Atilla Yeşilada’nın bugünkü yazısı
Öz vatanım ABD’nin Illinois Eyaleti’nde sırf zenciler hapse girmesin de futbol oynasın diye kurulan bir devlet üniversitesinde ilk makro-ekonomi dersinde A+++ aldığımdan bu yana (Tarih: MS 1761) ilk defa faiz ve enflasyon ilişkisi hakkında bir kompozisyon yazıyorum. Makale diyerek onore etmeyeceğim bu sefil satırlar dizesini, çünkü gidin, her hangi bir ülkede her hangi bir diplomalı ekonomistin yakasına yapışıp “Abla, şu faiz enflasyon ilişkisini bir anlatsana bana?” diye sorsanız “Has siktir lan, Mars’tan mı geldin?” cevabı + hassas yerinize yüksek ökçeli pabucun burnunu yersiniz. Çünkü enflasyonun nominal faiz seviyesini doğrusal olarak etkilediği, yükselen reel faizin de enflasyonu düşürdüğü tartışılmayacak kadar sarih, adeta yerçekiminin varlığı kadar genel kabul görmüş bir tezdir, gözlemdir, teori değildir, hayatın gerçeğidir.
Açıklaması da son derece basittir. Bir ekonomide talep arzdan hızlı büyürse, ya fiyatlar artar, ya da aradaki açığı ithalatla karşılarsınız, cari açık genişler, para birimi değer kaybeder. Fiyatlar yani enflasyon yükseldiğinde, vatandaş tasarrufunun satın alma gücünü kaybetmek istemediği için mevduat yaparken, en az enflasyon kadar nominal faiz, bir de harcamadan feragat ettiği için reel getiri talep eder. Yani, enflasyon nominal faizi yükseltir. TCMB faiz artırdığı zaman, faize hassas konut, mobilya, otomotif, kredi kartı borçları gibi kalemlerde harcamalar düşer. Talep azalır. Fiyatlar yavaşlar, cari açık geriler. Yüksek faiz dışardan para getirir, ithalatı daraltır. Para birimi değer kazanır, en azından değer kaybı durur.