Türkiye’nin açıklanan ekonomik verilerine baktığımızda çeliÅŸkiler yumağı devam ediyor. Ä°ÅŸsizliÄŸe çare olmayan sanayi üretiminin, enflasyon verisinin ayrıntılarında görüldüğü gibi stok üretiminden kaynaklandığı açık. Bunun olası sonuçları ne kadar yönetiyoruz; orası ise büyük bir soru iÅŸareti…
Fakat haftanın ilk gününde artık olağanlaşan bu haberlerin dışında dikkat çeken iki açıklama vardı. Bunlardan birincisi Bill Gates’e, diğeri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aitti. Her ikisinin de ortak noktası, Moody’s başta olmak üzere diğer açıklamaları doğru okumayı kolaylaştıran bir fotoğraf veriyordu.
Türkiye ekonomisinin sorunları var. Aslında dünya ekonomisinin de problemleri halledilebilmiş değil. Tüm dünya sorunu görürken, Türkiye’nin kendini bir dev aynasında açmazları yok sayarak yorumluyor olması ise, yiyeceğimiz tokadın acısını arttırmaktan başka bir işe yaramayacak. Zira, sadece kendimizi kandırıyoruz.
2008 krizinden bugüne gelene kadar yeni bir ekonomik buhran yaşanacağını herkes biliyordu. Zaman zaman bölgesel çatışmalarla, kimi dem de karşılıklı ekonomik yaptırım ay da cezalarla yeni yol arayışları olsa da, balonun patlatılmamaya çalışmasının temel gerekçesi faturanın kimin üzerinde kalacağının belli olmaması.
Ateş topunu farklı açılımlarla herkes birbirine atıyor. Ama bir gerçek var ki dünya ekonomisi sağlıklı değil ve ABD’den başlaması muhtemel bir biçimde de tüm dünyaya 2008 sonrasındaki ikinci dip krizi yaşatacak.
Nitekim Bill Gates de bunu dile getirdi. Zamanlamasını bilmediğini, ama ABD’nin ve dünyanın büyük bir kriz yaşamasının kaçınılmaz olduğunu söyledi. Zamanlaması ise tamamen ‘papaz kimde’ oyunu misali, kurban arayışından kaynaklanıyor. Tabii herkesin malumu olan bir şey de var ki, sürdürülemez bu tablo çok da uzatılırsa, faturanın nerede ve kimde kalacağı belli olmaz. Bu yüzden kontrollü bir krize girişe çalışıyorlar.
Gates’in açıklamalarındaki kritik vurgu ise, kriz sonrası yaşanacak iyileşme için, öncesindeki sorunlara karşı ‘hazırlıklı olmak’ meselesi. İşte gerçekleriyle yüzleşmeyip, hayal dünyasında yaşayan Türkiye’nin bence en önemli sıkıntısı bu.
Meseleyi doğru okuyamadığımız ve dünya kendi etrafımızda dönüyor zannettiğimiz için problemlerimizi de halledilebilir olarak görüyor, gerekli çalışmayı yapmaktan siyaseten imtina ediyoruz.
Belki de soruna doğru bakamıyoruz. Bunun en açık göstergesi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasındaki borçlanma altın dolar üçgenindeki ilişkiydi. Erdoğan, dünyaya bir çağrıda bulunarak borçlanmaların dolar yerine altın ile yapılması gerektiği önerisini tekrarladı.
Muhtemelen filmin sonunda bu veya benzeri bir gelişme yaşanacak. Fakat bunun bize faydası yok. Çünkü bizim borcumuz, sahip olduğumuz değerleri çoktan aşmış vaziyette. Eksi 481 milyar dolar açıkta olan bir ekonominin, kendi bastığı parayla borçlanmıyorsa, hangi kaldıraçla borçlandığının çok önemi yok.
Burada borçlanmanın azaltılmasını konuşmamız gerekiyor. Borcun hangi para biriminden ya da değerden olacağını değil. Altın bazlı borçlanılsa ne olacak? Bugün dolar ile ilgili yaşanan açmazlar, bu sefer altın üzerinden bizi hırpalayacak.
Nitekim dolar yerine yerel para birimleriyle dış ticaret açığı verir ÅŸekilde ticaret yapmanın da faydasız olduÄŸu gibi… Türkiye öncelikle bu 15 yıllık yanlış ekonomi modelini terk edip, gerçekten bilimsel temellere oturan bir üreten ekonomik modele geçmeyi baÅŸarmalıdır.
Zira bu slogandan ibaret kalır ve aklı başında bir dönüşüm yapılamazsa, bu ekonomik fotoğraf içerisinde bizim yaşayacağımız kader değişmez. Önce borçlanmak yerine, borcu azaltmak kavramından hareket etmeliyiz.
Yoksa; evet büyük bir kriz geliyor. Bu krize hazırlıksız Türkiye fotoğrafı ayrıca alarm veriyor. Kaybettiği yıllara da, hatalarını tekrarlayarak yenilerini ekliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan danışmanlarının aktardığı bilgileri gözden geçirmeli.
Çünkü bugünkü yapı içerisinde nasıl enflasyon düşmeden faizi düşürmek olanaksız ise, borcunuzu azaltmadan baz aldığınız değerinin altın ya da dolar olmasının da bir farkı yok.