Avrupa Birliği’nin (AB) ciddi bir kriz içinde olduğu, bundan kolay bir çıkış yolu olmadığı sanırım herkesin üzerinde anlaşabileceği noktalar. Ama sorunun çözümü konusunda pek ilerleme sağlanmadığı da ortada. Bir sorunu çözebilmek için temel soruyu doğru ortaya koymanın yarı yolu almak olduğu söylenir. AB’nin bu noktaya, geç de olsa, geldiğini kabul edebiliriz. İkinci olarak sorunu çözme niyetinin olması gerekir. Bu noktada durum açık değil. Sözlü niyetin uygulamaya yansıdığı kuşkulu. Üçüncü nokta ise “Her çözümün bir bedeli vardır, bu ödenmeden çözüm sağlanamaz” biçiminde özetlenebilir. AB’de bu konuda açıklık var. Ama olumsuz yönde. Kimse çözümün bedelini ödemek istemiyor. Özetle, çözüm arayışı siyasal düzeyde tıkanıyor.
Yaşamsal sorun: İtalya
Somut bir örneğe bakalım. AB’nin acil sorunu Yunanistan’ın derdine çare bulmak, yaşamsal önem taşıyan sorunu ise İtalya’nın durumu. AB’nin olanakları da iki sorunla aynı anda uğraşmak için yetersiz. Yunanistan’ın derdine çare bulunamadığı takdirde iflasa sürüklenmesi söz konusu. Bunun hem bu ülkede hem de diğer ülkelerde doğrudan yansımaları olabileceği gibi, AB’nin bir üyesini koruyamamasından doğabilecek saygınlık kaybı da olacak. Bunun telafisi kolay değil. İtalya’nın ise kısa dönemde ‘finansman açığı’ sorunu pek yok. Ama borcunun büyüklüğü (GSYH’sinin yüzde 120’si dolaylarında), İtalyan ekonomisinin beklenen potansiyel büyüme oranının düşüklüğü (yüzde 1 dolaylarında) hesaba katıldığında, bu ülke uzun dönemde borcunu ödeyememe sorunu ile karşı karşıya (S&P bile bunu fark etti!). İtalya, Yunanistan gibi küçük bir ekonomi değil, AB’nin dördüncü en büyük ekonomisi.
AB’nin GSYH’si içindeki payı yüzde 12,6 (Yunanistan’ın sadece yüzde 1,9). Yunanistan’dan çok daha yoğun ve yaygın uluslararası iktisadi ilişkileri var. Bu ekonomi tökezlerse hem AB’nin hem de dünya ekonomisinin ciddi yara alması kaçınılmaz. AB ne yapsın? Elindeki olanakları seferber edip Yunanistan’ı mı kurtarsın, yoksa İtalya’ya mı destek versin? İlki AB’nin yaşamsal sorununu çözmüyor. Çünkü Yunanistan’ın kurtarılması İtalya’nın derdine çare değil. Yunanistan’ı bırakmak ise AB’nin saygınlığını zedeleyeceği için İtalya’ya verilecek desteğin etkinliğini azaltabilir, hatta işe yaramaz hale getirebilir. Geriye iki seçenek kalıyor. AB’nin kuzey ülkeleri (Almanya ve komşuları) vatandaşlarına dönüp bu ülkelere yapılabilecek mali desteği önemli ölçüde arttırmalarını talep etmek. Bu yolun çıkmaz sokak olduğu açık. Bu ülkelerin vatandaşları bu bedeli ödemeye razı değil. Geriye Yunanistan ve İtalya’nın daha fazla bedel ödemeyi kabul etmeleri kalıyor. Yunanistan için bu yol kapalı. İtalya’da ise durum farklı. İtalya’da alınan önlemleri daha sıkılaştırmak ve ödünsüz uygulamak yoluyla sonuç elde edilebilir. Ama İtalyan hükümetini ve siyasal yaşamını bilenler, bunun yapılabileceğine hiç inanmıyorlar. İtalya için çok ciddi bir saygınlık sorunu var. Bu saygınlık açığını kapatmanın tek yolu, İtalya’nın alınan kararları uygulamasını sağlayacak bir mekanizma kurmak. Almanya’nın, AB’nin kurumsal yapısını değiştirmek istemesinin arkasında yatan gerekçe bu. Üye ülkelerin maliye politikalarının belirlenme aşamasında AB’nin söz hakkı olmasını sağlamak. Dikkat edilirse bu mekanizma “İtalya’ya destek verilirse bu ahlaki zarar sorunu yaratır, İspanya da destek ister” biçimindeki görüşü de geçersiz kılıyor. Ama bir sorun var. AB böyle bir düzenlemeyi kabul eder mi ya da kaç ‘on yılda’ eder? Arada geçen sürede bu saygınlık açığını kim giderebilir? Akla IMF geliyor. Sanırım, 2009’da G-20 girişimi çerçevesinde bu öngörülmüş olmasına rağmen bu seçeneği AB duymak bile istemiyor. Çünkü bunun da siyasal bedeli var. Başa döndük…