Çok sevdiğim bir atasözü vardır: Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine… Tüm dünyanın finanstan sonra üretimini kendi ülkesine geri döndürmeye uğraştığı bir çağda, hızla üretimden uzaklaşmanın ya da sektörlerimizi yabancılaştırmanın peşinde koşuyoruz.
Çoğu yabancılara satılan tesislerimiz, fabrikalarımız, hizmet sahalarımız yetmemiş olacak ki, ısrarla bu yolda devam ediyorlar. IMF borcunun kapatılma eylemiyle başlayan, elektrik faturasını ödemek için evdeki televizyonu satan zihniyet ders almıyor. Almadığı için de her gelen faturada yeni bir şey satmak için ortaya çıkıyoruz.
Bugüne kadar 80 yılda biriktirilenler tek tek satıldı. Kâğıt, tersane, akaryakıt, telekomünikasyon, içki, sigara, maden, gübre, denizcilik, turizm, tuz, halı, battaniye, sigorta, liman, arsa, taşınmaz, elektrik dağıtımı, yol, köprü, akarsu santrali, finans, kısmen havayolu ve daha sayamayacağım bir çok alanda üretimden çıktık.
Tarımda net ithalatçı durumuna düştük. Sanayimiz üretmek için yüzde 70’lerde ithalat yapmak durumunda. Turizm tesislerimiz tek tek yabancıların eline geçiyor. İtalya’da Kanal İstanbul diye nitelendirilen zihni sinir fikir üzerinde arazi pazarlamasına girdiler.
Köprüden yola yapılan tüm işler zarar. Hep parasını cepten veriyoruz; hem de geç geçme para ödüyoruz. Özel sektörü ve vatandaşı borç batağına batırırken, istatistikler ve üretimsizlik üzerinden ithalatla fiyat ayarlaması yapmaya çalışıyoruz.
Bir de tabi adı Türk, kendi yabancı olanlar var. Mesela fındık arazilerinin neredeyse tamamen bir yabancı firmanı eline geçtiğini, tet seferlik tohumlar üreticilik oynadığımızı, nihai tüketimden tarım ürünlerine, elektrikten iletişime her şeyi güzelleştirdiğim yetmedi.
Şimdi de 14 şeker fabrikasını satmaya hazırlanıyorlar. Daha önce de Millet’in ebeveynleriyle ilgilenen bir zata satmaya çalıştıklarını ve geri adım atıldığını hatırlıyorum.
Afyon, Ağrı, Bor, Burdur, Çorum, Elbistan, Erzincan, Erzurum, Ilgın, Kastamonu, Kırşehir, Muş, Turhal ve Yozgat’taki fabrikalar için şimdi ihale sürecine girileceği belirtiliyor. Tek Amerikan firmasına teslim edilen şekeri de böylece bırakmış oluyoruz.
Oysa mesela Tokat ziyaretimde oradaki insanların Turhal konusunda ne kadar hassas olduklarını, satışı halinde büyük darbe olacağını söylediklerini kulaklarımla duydum. Güya öyle bir satış yapacaklarmış ki, üretim devam edecekmiş de, insanlar işsiz kalmayacakmış da vs. vs. vs.
Rantsal dönüşüm için mahallelere göz diken müteahhitler de aynı şeyleri söylüyor. Üstelik aynası iştir kişinin lafa bakılmaz.
Şeker ve genelde tarım zaten kritik bir konuyken, bu mirasyedilik bize pahalıya patlıyor. İktidar şekeri bırakma kararını nasıl aldı? Aslında daha önce aldığını bugün uygulamaya koyuyor. Canan Karatay danışman oldu da haberimiz mi yok? Benim bildiğim şeker insan sağlığına zararlı, devlet ekonomisine değil.
Adım adım üretimsizleşen, imtiyaz dağıtmaktan usanmayan yapımızla Düyun-u Umumiye’ye gidiyoruz. Varlık Fonu zaten bunun en güzel makyajı… Sonunda içine Gelir İdaresi’ni atacaklar iktidar sağ, biz selamet. 100 yıl öncesine döneceğiz.
Bir soruyla bitireyim: Hakikaten biz üretim ekonomisine dönüyorduk değil mi? Ne oldu o iş?