Türkiye’nin nüfusu resmi kayıtlara göre 81 milyona yaklaştı. 32 yaş ortalamasıyla yoluna devam eden ülkenin kişi başına geliri ise dövizdeki artışa paralel her geçen gün eriyor. Gelir dağılımı adaletsizliği büyüyor ve siyaseten kamplaşıyor.
Kalabalık ile nüfus arasındaki en temel fark olan vatandaş olma faktöründe ne yazık ki Türkiye hızla irtifa kaybediyor. Çünkü vatandaş, topluma duyarlıdır; sorgular; bilgilenir; hesap sorar. Bunlar bizde mahalle bakkalına kafa tutmaktan öteye gidemiyor.
Kadir Has Üniversitesi’nin Türkiye Çalışmalar Merkezi 2017 yılı araştırmasının sonuçları da bunu net bir biçimde ortaya koyuyor.
Kamuoyu yoklamasına baktığınızda toplumun eğimlerinde öncelikli sorun artışında işsizlik ve hayat pahalılığının en yüksek yüzdelerle artış kaydettiğini görüyorsunuz. Geçinemeyen ve geçen yıla oranla ekonomik olarak daha kötü olanların oranı yüzde 55… Daha iyi durumdakilerin yüzdesi ise sadece 7,5.
Ülke ekonomisinin sorunlarındaki önceliklerde de yine işsizlik ve TL’nin değer kaybı ön sıralarda. Seçmenin yüzde 42’si ülkemizde demokrasi olmadığını, yüzde 56’sı hukukun siyasallaştığını düşünüyor.
Araştırmada olmayan 25 milyon icra dosyasını ve çift haneli işsizlik ile enflasyonu da buna katarsanız, vatandaşın tepkili olması gerekir değil mi?
Oysa yine aynı araştırmada iktadarın ekonomi politikalarını başarılı bulanların oranı yüzde 39’dan yüzde 48’e yükseliyor. Bu bir çelişki gibi gözükse de değil. Çünkü diğer bulgular bunu destekliyor.
Ülkedeki insanımızın yüzde 53’ü kitap okumuyor. Yüzde 11’i de ayda birden az kitapla haşır neşir. Halkın yüzde 70’i tiyatroya gitmiyor. Sinemaya hiç gitmeyenlerle yılda bir kaç kere gidenlerin oranı yüzde 60’lara yakın.
Araştırmadaki sonuçlar bunlar. Peki bu fotoğrafa rağmen başarı kavramının tanımı ne? Bunun önümüzdeki yıllarda sosyologlar tarafından bilimsel olarak ortaya konulacağını düşünüyorum.
Ama bugünden gazeteci gözüyle bakarsanız, gerek ekonomik nedenlerle, gerekse de ihtiyaç duymadığı için gitmeyenleri yan yana koyduğunuzda sıkıntı büyüyor. Çünkü bu insanlar eve kapanıyor. Evdeki tek eğlence aracı televizyon. Buradan ne anlatırsanız, bilinç altında o oluşuyor. TV’lerin hali de herkesin malumu…
Araştırma gösteriyor ki, insanımız okumuyor; tiyatro ya da sinema izlemiyor ve geçinemiyor. Başka araştırmalar ailesiyle birlikte dışarıda yemek yiyemediğini, hatta damını bile aktaracak parası olmadığını ortaya koyuyor. Peki bunlar ne? İnsanı gelişmişlik düzeyi endeksi kriterleri.
Eve kapanmış, sorgulamayan, eğitimi tarumar edilmiş bir fotoğraf yaratırsanız, sonuçta vatandaş olmaktan çok ait olmayı öne çıkarırsınız. İnsanlar kimlik açmazlarını bir partinin mensubu ya da bir kulübün taraftarı olmakla kapattıklarını düşünüyorlar.
Vatandaş değil, ait yarattığınız bir ortamda ise sorgulayan, vatandaşlık hakkını bilen, bunun peşine düşen bir nüfus yaratamazsınız. O zaman da algılar karışır. Nasıl mı? Tiyatronun da önemli olduğunu gösteren bir örnekle tamamlayayım.
Yıl 1988… Çocukların hastalıklara karşı doğuştan itibaren aşılanması ile ilgili bir politika oluşturulmuş. Konuyla ilgili bir bilinç yaratılmaya çalışılıyor. Tiyatrocular devreye giriyor.
Metin Akpınar ve rahmetli Zeki Alasya skeçler yapıp, TV’den bilinç arttırmaya çalışıyorlar. O dönemin skeçlerinden birindeki diyalog çok önemli. Çünkü o gün gelişmemiş bölgelerimizde öne çıkan bilinç eksikliği, bugün toplumun geneline yayılmış durumda. Üstelik nüfusun yüzde 92,5’i, köyünü, tarlasını terk edip, il ve ilçelerde yaşar hale gelmişken.
Haydi Çocuklar Aşıya kampanyası; sene 1988… Şiveden arındırımış diyalog şu:
“Spiker: Kaç çocuğunuz var?
Vatandaş: 18
Spiker: Demek tam onsekiz çocuğunuz var?
Vatandaş: He, 3 tane daha vardı.
Spiker: Ne oldu onlara?
Vatandaş: Biri su çiçeğinden gitti, biri kızamıktan gitti, birini de eşek tepti.
Spiker: Yazık. E, artık aşının önemini anlamışsınızdır. Aşı kampanyasına katılacak mısınız?
Vatandaş: Tabi, eşeği hemen aşılatacağım.”
Şimdi hamasete dalıp, bana kızanlar olacaktır. Varsın kızsınlar, ben bir adım öteye gidip şu soruyu sorayım: Siz bir de sorgulayan, fikir üreten, yaratıcı insanlardan oluşan ve rutin işleri robotların yaptığı dördüncü sanayi devrimi sonrasındaki farkı düşünsenize…
Vatandaşa kızmayın; bu bir bilinçlenme meselesi. O da ekonomik olarak, balık tutmayı öğretecek metotlarla desteklenmezse sonuç vermez. Yani, domates ektiğiniz yerden, patates çıkmaz.