Taner Berksoy’un bugünkü yazısı
Son yıllarda tam bir risk bombardımanı altındayız. Bunların önemli bir kısmı dışımızdan geliyor. İçeride kendi söylem ve eylemimizle ürettiğimiz riskler de var. Türkiye’nin hem coğrafi konumunun hem de tarihsel bağlarının çizdiği riskli bir bölgede olduğunu biliyoruz. Özellikle güneyimizdeki bölge hem siyasi hem de ekonomik risk kaynağı. Burada yaşanan sürtüşme ve çatışmalar bizi de içine alıyor. Siyaseten ittifaklarımız ve bağlantılarımız bundan etkileniyor. Ekonomik olarak da iktisadi kararları etkiliyor bu riskler.
Bunun ötesinde kendi içimizde üreyen risklerimiz de var. Ekonomimizin tarihsel yapılanmasında zaten risk unsurları var. Bunun ötesinde bizde siyaset de eylemi ve söylemiyle risk üretiyor. Bu riskler yaşamın her alanında etkili oluyor. Bu alanlardan birisi de ekonomi. Özellikle son yıllarda içimizde ya da çevremizde oluşan gelişmelerden üreyen riskler ya da risk algıları kaynak kullanımı ve üretim süreçlerimiz üzerinde adeta ipotek tesis etmiş gibi. Riskler yükseldiği zaman riskten kaçma eğilimi güçleniyor, harcamalar erteleniyor, uzun dönemde sonuç verecek harcamalardan(yatırımlardan) kaçınılıyor. İhtiyat motifi iktisadi kararlara egemen oluyor. Biz ve çevremiz sakinleştiğimiz zaman riskler geriliyor, risk algısı gevşiyor ve ekonomik hayat biraz daha normale yaklaşıyor. Risklerin gerilediği, ekonominin normale dönüldüğü algısı güçlendikçe kararlar gevşiyor, davranışlar da daha harcama ve yatırım dostu bir noktaya kayıyor.