Ülkede siyasetin ve siyasetçinin gündemi ne olursa olsun, bir gerçek var ki vatandaş canı burnunda yaşıyor. O kadar çok kendilerine odaklanmışlar ve her şeyi seçim odaklı görüyorlar ki, yalanları bile gerçek kabul ediyorlar.
Oysa sırça köşklerinden biraz çıksalar ve korumalarından arınarak gerçekten halkı dinleseler, sokakta insanların nasıl bir zulüm çektiğini görecekler. Bir tarafta işsizlik, geçim sıkıntısı, yetişilemeyen fiyatlar ve ödemeler gerçeği dururken, öte tarafta bir danışman terörü içerisinde sunulan hayal dünyası yaşanıyor.
Bu dünün zalim vezir – padişah öyküsüdür. Dışarıya başka içeriye başka davranan alt kadrolar, ‘şeyh uçmaz mürit uçurur’ cinsinden yalan bir dünya kurmuşlar, muhatapları da buna inanmaya eğilimli olduğundan, kendilerini gerçekten sahte bir cennetin yetkilisi ya da adayı zannediyorlar.
İktidarıyla muhalefetiyle, meclisin içiyle dışıyla partiler öylesine büyük bir gala gecesinde yaşıyorlar ki, kendilerini alkışlayanları gördükçe ne kadar hızla yükseldiklerine kendileri bile şaşırıyorlar. Oysa hepsi bir yalandan ibaret.
Gala gecesinin özelliği şu: Genellikle tanıdıkların çağrıldığı ve koşulsuz alkışlandığı ortamlardır. Filmi yapan ‘büyük iş başardı’ zanneder; ama gerçek gişeye çıkıldığında yaşanır.
Şüphesiz bu danışman ya da taraftar korosu kendi düzenleri bozulmasın diye, yukarıyı idare ettikleri kadar, halkı da ya da onların deyimiyle aşağıyı da yönetmenin metodunu bulmuşlar. Bunu da algı yönetimiyle yapıyorlar.
İktidarın ya da iktidara aday olanların esas görevi ne olmalı? Yaptıkları, söyledikleri ya da sundukları projelerle halka umut vermek. Çünkü sokaktaki adam tünelin ucundaki ışığı görmek ister. Yazık ki bize hep tren çıkıyor. Burada iki yöntem var.
Ya gerçekten fikirlerin değil, projelerin konuşulduğu bir yapı ortaya çıkar, yardımcıları da besleyen dar grupları zenginleştirmek yerine halkın refahını arttırırsınız ya da sahte bir umut dünyası yaratırsınız.
Ne yazık ki Türkiye’de genellikle ikincisi tercih ediliyor. Başlığı görenlerin hemen aklına eminim Milli Piyango ve yılbaşı ilişkisi gelecektir. Elbette hakkınız var. Fakat kast ettiğim ve dikkat çekmek istediğim boyut o değil. O, zaten haftanın her gününe yayılan şans oyunlarıyla çığrından çıkmış vaziyette.
Dikkat çekmek istediğim husus son zamanlarda arka arkaya servis edilen ve yapılarına bakıldığında tek elden sunulduğu belli olan haberler ya da haber görünümlü umut tacirliği. Umut veremeyenlerin tacirliğini yapmayı tercih ettiği güzel örnekler bunlar.
Sunulanlara göre sıfırdan zengin olma öyküleri anlatılıyor. Ülkeden ya da dünyadan örneklerle ‘evsizdi zengin oldu’; ‘işçiydi fabrikatör oldu” ya da ‘öyle teşvikler sunduk ki köşeyi döndü’ cinsinden bir algı yönetiliyor. Milyonda hatta milyarda bir olacak öyküler üzerinden insanların ‘fırsatlar ülkesi küçük Amerika’ duyguları kaşınıyor.
Yalnız tartışmasız hepsinin ortak özelliği ‘köşe dönme, zenginleşme’ üzerine kurulu yazıtlar olması. “Dedem zamanında şurayı alsaydı’ öykülerini seven vatandaş da ‘belki sıra ben de’duygusuyla kendi gerçeğini unutup, umut tacirliğinin kurbanı oluyor.
Bir dönem aynı yöntemi KOBİ’ler için yaptılar. Başarılı KOBİ örnekleriyle gündemi oyaladılar. Başarı hikayeleri elbette önemlidir ama sunulanlar gerçek bir başarıyı sunuyor mu tartışılır.
O dönem de anlatmıştım. Herkesin aç dolaştığı bir yerde, birinin peynir ekmek bulması başarı hikayesi değildir. Türkiye’de olan tam da bu.
Başarı, herkes kuru fasulye yiyebilirken, birinin etli kurufasulyeyi icat edip, farklı lezzetle öne çıkmasıdır. Yani içinde yenilikçilik, fark yaratma ve katma değer barındırmalıdır. Nafaka parasından başarı öyküsü olmaz.
Dün KOBİ’lere yapılan bu uygulama, bugün vatandaş üzerinden algı operasyonu şeklinde hayat buluyor. Bunun kimseye faydası yok. Türkiye’de bu liyakatsız ve sistemden beslenen danışman ve aracı kadro terörü yaşandığı sürece de sonuç alınması mümkün değil.
Siyasetin tepesine tavsiyem bu sırça köşk kahramanlarına kulaklarınızı tıkayın ve gerçekten taraftarlarınızın değil, korumasız halkın arasına karışın. Elbette gerçeklerle yüzleşmeye niyetiniz, cesaretiniz ve biraz memleket sevginiz varsa. Nasıl bir kumpasa geldiğinizi ve sokağı da üç beş yalancı çobana kurban ettiğinizi göreceksiniz.