Parayı Veren Düdüğü Çalmıyor

Birçok insanın paraya tapar hale geldiği, günlük çıkarlar için memlekette yaşananları göz ardı ettiği, hukuka değil, güce boyun eğdiği ve sistemli bir biçimde herkesin gemisini kurtaran kaptan rolünü üstlendiği ülkemde yaşanan çelişki anlatılamaz.

Hakkını ararken, maddi açıdan ülkede daha güçlü olanlar karşısında geri adım atan canım ülkemin güzel insanları… Asiliyle vekilin karıştığı Türkiyem… Maaşını ödediği adamdan korkan ülkenin yurttaşları…

Özellikle çalışanlar… Sizlere sesleniyorum, Nasrettin Hoca’nın kemiklerini sızlatıyorsunuz. Çünkü sayenizde, ürkekliliğiniz, cebinizdeki nüfus cüzdanının gücünü bilmediğiniz için bu ülkede ‘parayı veren düdüğü çalamıyor.’ Yani ülkenin gerçek sahibinin sesi çıkmıyor.

Sizin adınıza güç kullananlar, yarınınızı tüketirken, ülkede vergi rekortmenleri listesinde olmayan dolar milyarderleri yaratıyorsunuz. Birileri siyasetçiyim diye ortaya çıkıp, sizin paranızla size caka satıyorlar. Oysa güçlü olan, bu ülkede gerçekten vergi veren sizlersiniz.

İşte İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın da ‘Türkiye’nin Vergi Profili Araştırması’ ile kanıtlanan gerçek:

“2010 yılının tamamında 4 milyon 738 bin asgari ücretli ortalama 1.063 TL vergi ödeyerek, kamunun kasasına 5 milyar 38 milyon TL kaynak aktardı. Böylelikle Türkiye’de 2010 yılınde en fazla kurumlar vergisi veren 100 firmanın 90’nın toplamı kadar vergi ödedi. 22 milyar 649 milyon TL vergi ödeyen diğer ücretliler ise, asgari ücretlilerle beraber, toplamda 12 milyar TL vergi ödeyen 100 firmanın iki katından fazla vergi ödedi.

Ücretlilerin toplam ödediği vergi ise tüm şirketlerin ödediği vergi miktarına ulaştı. Buna göre yaklaşık 6 milyon 750 bin ücretli, 652 bin şirketten daha fazla vergi ödedi.

Toplam servet, gelir ve sermaye karlarından elde edilen verginin yüzde 43’ü ücretlilerin cebinden çıktı. OECD ülkelerinde 9 ülke asgari ücrete vergi uygulamazken, 6 ülkede vergi oranı yüzde 10’un altında. Türkiye yüzde15’lik vergi oranıyla asgari ücretliden en fazla vergi alan ülke durumunda.”

Yani zenginler yaratan ülkenin yönetiminde hangi vatandaşın sözü geçiyor? Kimse ‘demokrasi’ nutku atmasın. Çünkü biliyoruz ki Türkiye’de Prof. Dr. Osman Altuğ’un deyimiyle demokrasi değil, parakrosi var. Yani parayı verenlerin hakları…

Ama İSMMMO’nun bu araştırması gösteriyor ki bu kavramda da sakatlık var. Çünkü ülkenin kasasına para koyanların sesi çıkmıyor. Elbette takım tutar gibi tapındıkları partilerin arkasına sığınarak yaptıkları taraftarlığın verdiği hazzı saymazsak.

Haz onlara kalıyor, Somali’de ihaleler başkalarına… Kemer sıkmak parayı ödene düşüyor, avanta peşinde koşanlar bir gecede bir gece kulübünde asgari ücreti bahşiş diye bırakıyor. Sakın bu sözlerimden yanlış bir çıkarım olmasın.

Ben emek veren, üreten, istihdam sağlayan müteşebbisler için de yakınıyorum. Onların da bu ülkede sürekli dayak yiyen oldukları bilinmiyor mu? Lise çağlarında sosyoloji hocam Erdal Kesebir bir gün yaşananlara itiraz ettiğimde bana şunu söylemişti:

“Çetin sessiz çoğunluğun sağ duyusuna her zaman güven.” Neden? Çünkü o geç de olsa doğruyu bulacaktır. Yıllarca bu inancı taşıdım. Hangi görüşten olursa olsun, ahkâm kesenlerin bir şekilde o çoğunluk tarafından cezalandırıldığını da gördüm.

Peki hocam o güzel, sağduyulu insanlar şimdi nerede? Parası çalınıyor, kendisine ait olmayan bir savaşa sürükleniyor, utanmasalar iç savaş tamtamları çalacaklar, işsizlik, açlık, haksızlık gırla gidiyor. Ülke meclis saf dışı bırakılarak yönetiliyor. Elin radar sistemleri ve füze kalkanı Malatya’nın göbeğine kuruluyor. Bununla birlikte devlet kasasına en çok parayı ücretliler koyuyor, ama sesleri çıkmıyor. Yani parayı veren düdüğü çalamıyor.

Kesebir Hocam sen söyle: Anadolu’nun o sağduyulu, güzel insanları nerede? Neden sesleri çıkmıyor?

[email protected]

“Parayı Veren Düdüğü Çalmıyor” ile ilgili 1 yorum

  1. Sevgili Çetin,
    Adımı vererek benim anman ve söylediğimi bir özdeyiş gibi unutmamandan dolayı öncelikle teşekkür ederim.Sizlerin kendiliğinden bu çıkışlarınız,seslenişleriniz karamsarlık içine giren yüreklerimize umud ışıkları yayıyor.
    O sağ duyulu,güzel insanlar dizi izliyorlar,maç izliyorlar,kendi sorunları ile boğuşuyorlar.Çoğu başaramıyor,sorunlarını çözemiyor,yara bere içindeler…Yine de şükrediyorlar.Bir vatanımız var,bayrağımız dalgalanıyor,camilerden ezan seslerini duyuyor ve Atatürk heykelleri hala yerlerinde duruyor.Lozanda kurulan Atatürk Cumhuriyeti hala yaşıyor.O sağ duyulu,güzel insanlar herkesi de izliyor.Söylediğine bakıyor,yaptıklarına bakıyor…Sonra sandığa gidiyor….Oyunu atıyor.
    Türkiyeyi bugünkü durumuna o insanlar getirmedi.Biz getirdik.Yani daha önce yetki verdiği siyasetçilerin dar,küçük,ufuksuz,vizyonsuz anlayışları getirdi.Somut örnek ile ifade etmem gerekirse;1994 Belediye seçimleri bugünlerin miladıdır.İstanbul’da Refah partisinin adayı Recep Tayyip Erdoğan’dır.Ankara’da ise,Melih Gökçek…İstanbul’da CHP:Ertuğrul Günay,SHP:Zülfü Livaneli,DSP:Necdet Özkan’ı aday göstermişlerdir.Ankara’da ise,CHP:Korel Göymen,SHP:Murat Karayalçın,DSP:Doğan Taşdelen’i aday göstermişlerdir.Biz birbirimizle didişirken,Recep Tayyip Erdoğan ile Melih Gökçek belediye başkanı seçilmişlerdir.Sözün kısası önce iğneyi kendimize…..
    Yazdıklarının tümüne katılıyorum.İçerde ve dışarda basiretsiz,sığ,kısa ve uzun vade ulusal çıkarlarımıza uygun olmayan anlayışta siyaset yapan bir yönetimle birlikteyiz.Demokrasinin gereği ne şekilde alınmış olursa olsun seçim sonuçlarına ve o oyları veren insanlara saygı duyacağız.Kendimize döneceğiz.Biz bugünlere nasıl geldik?Nerelerde doğru davranmadık?Daha on yıl önce liderlerimize ve siyasetimize sahip çıkan insanlar şimdi bizlerden neden uzaklaştılar?Ve biz?Neden birbirimizi sevmiyoruz?Neden birbirimize düşman gibi davranıyoruz?Neden biz önce kendimizi düşünüyoruz?Bizans fethedilirken,meleklerin cinsiyetlerini tartışan dinadamlarından ne farkımız var?Şimdi bizlere düşen birinci görev birbirimizi sevmekten ve birlik ve beraberliğimizden geçer…Aynı 1919lardaki Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları gibi….Farklı siyasi düşüncelere sahip bu insanlar tek bir düşüncede birleştiler:Vatanın kurtuluşu….
    Şimdi de bizlere büyük bir görev düşüyor:Atatürk Cumhuriyetini yaşatmak…
    Goethe bir özdeyişinde;”…Birşeyi yapmak isteyen insan umutsuzluğa kapılmamalıdır.Amacına ve idealine inançla sarılmalıdır.”demektedir.
    Herkes üzerine düşen görevini gerektiği gibi yapsın !Sonra da o sağduyulu,güzel insanlardan gerekeni yapmasını beklesin!
    O sağduyulu,güzel insanlar;çalışkan,dürüst ve iyiniyetli kardeşlerinin seslerini duymak istiyorlar.Geç de olsa verecekleri doğru kararlarını sabırsızlıkla yaşama geçirmek istiyorlar.Büyük Türk ulusuna güveniyorum.İnancım tamdır.Sen de onlara inan ve güven…
    Gözlerinden öperim…
    21/09/2011
    Av.Erdal Kesebir

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir