Taner Berksoy’un bugünkü yazısı
Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde iyice ivmelenen küreselleşmenin bu gün geldiği noktada sıkıntılar yaşadığına tanık oluyoruz. Küreselleşme ulusal ekonomilerin mal, hizmet ve sermaye bağlamında serbestleştikleri, bu akımlar üzerindeki müdahaleleri kaldırdıkları, dışa açıldıkları ve eklemlendikleri bir süreci tanımlıyor. İkinci savaştan sonra büyük kapitalist ülkelerin sürüklediği liberalleşme süreci geçen yüzyılın son çeyreğinde aktif bir küreselleşme dinamiğine dönüştü. Bu evrede ortaya çıkan dönüşüm zenginlik ve dinginlik vaat eden bir gelişme dinamiği olarak algılandı. Geniş de destek buldu.
Ancak bu küreselleşme atağının görece uzun süre devam edip kendi katkılarını yerleşik hale getirdiğini söylemek zor. Tersine, 2000’li yıllarda başlayan hoşnutsuzluk günümüze büyük bir karşıtlık olarak ulaştı. Bu gelişmenin iç içe geçmiş iki olgudan kaynaklandığını düşünüyorum. Bunlardan birisi sosyal ve ekonomik küreselleşmeye teslim olmuş olan ülkelerin bu dönüşümle uyumlu siyaset ve siyasetçi yetiştirmekte yetersiz kalmasıdır. Bununla bağlı olan ikinci olgu da bu kifayetsiz siyaset kadrolarının küreselleşmeyi yönetmekte yetersiz kalmalarıdır. Böylece, yirminci yüzyılın son çeyreğinde ciddi bir ivme kazanmış olan küreselleşme daha yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine ulaşamadan iktisadi ve siyasi sorunlar yaşamaya başlamıştır.