Adalet yürüyüşü… Türkiye son günlerde bunu konuÅŸuyor. Aslına bakarsanız Türkiye’de ana muhalefetin son yıllarda yaptığı en önemli çıkışlardan biri olduÄŸunu düşünüyorum. Hangi nedenle baÅŸlatılırsa baÅŸlatılsın, Türkiye’de bir siyasetçinin ‘adalet’ temasıyla Ankara’dan Ä°stanbul’a yürümesi önemlidir.
Konuların detaylarına girmeyeceğim. Çünkü o hukukun bileceği bir iş. Ama bir tespiti doğru yapmak zorundayız ki, ülkemizde adalet kavramı yıllardır aşındırıldı. Bir şeyin kanunlara uygunluğu kadar adaletli olması gereği ne yazık ki unutulur hale geldi. Şüphesiz bunda kanunlar yapılırken, hukuku zorlayan tavrın da büyük etkisi var.
Bu yürüyüş başladıktan sonra hemen bir yazı yazmak istemedim. Açıkçası konuya ilişkin tepkileri ve yaklaşımları merak ediyordum. Beklememin nedeni ise yazımın içeriğini değiştirmek için değildi. İlk günden beri aynı şeyi düşünüyorum ama insanların nasıl yaklaşacağını da açıkçası görmem gerekiyordu.
Ne yazık ki ülkem beni bu konuda da yanıltmadı. Öncelikle şunun altını çizeyim. Türkiye’deki insanların sokağa dökülmesinin, eğitimsizlik ve bilinçsizlik nedeniyle büyük bir risk olduğuna inanıyorum. Eğitmediğiniz ve neden tepki gösterdiğini bilmeyen insanlar, rahatlıkla iyi niyetleriyle kullanılmaya müsait hale geliyor.
Bu yürüyüş ise, toplumun bu tepkisinin yansıtılabilmesi adına en demokratik, hukuka uygun, medeni, sahibi olduğundan kontrol edilebilir ve teması bakımından da onurlu bir fotoğraf veriyor. Yani korktuğum cinsten değil. Bu bir sokağa dökülme de değil; demokratik olarak tepkisini ortaya koyma biçimidir.
Fakat üzülerek görüyorum ki, Türkiye bu fırsatı hor kullanıyor. MHP Lideri Bahçeli, bunun anarşi ortamı doğurabileceğini söyledi. Neden? Bunun yanıtı yok. ‘Bize duyum geldi’ ise çok modası geçmiş bir yöntem. Size gelen bir duyum varsa, İçişleri Bakanlığı’na da gelmiştir ve demokratik hakkını kullanan insanların güvenliğini sağlamak da iktidarın görevidir.
Başbakan Yıldırım’ın hızlı trenle gelme esprisini (!) ise dikkate bile almıyorum. Şunun altını net çizeyim ki Türkiye’de siyasetin bu tip yaratıcı tepkileri, sadece siyasete seviye getirir. Adalet kavramını konuşmamak için seviyeyi düşürme telaşına düşmemek gerekir.
Herkes Kılıçdaroğlu nezdinde yürüyenlerin yürüyüşünü, riskini, olasılıklarını konuşuyor. Destek veren de, eleştiren de ne yazık ki yine mazrufu unutup, zarf üzerinden yorum yapmayı tercih ediyor.
Adalet kavramını unuttuk sanırım. Kişilerden bağımsız kast ediyorum. Adalet talebi bir kişinin suçlu ya da suçsuz olduğu anlamına gelmez. Aksine bir masumun haksız yere suçlanması gibi, bir suçlunun da haksız yere cezasız kalması da adalet kavramını zedeler. Ne yazık ki ikisi de ülkemizde sıkça yaşadığımız gerçeklerdir.
O nedenle olayların dışına çıkıp, adalet kelimesinin üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyorum. Örneğin teröristlerin haince bir saldırı karşısında cezasını bulması adalet talebi değil midir? Ya da mesela Balyoz davasında olduğu gibi sahte delillerle insanların suçlu gösterildiğinin ortaya çıkması, yani masumiyetlerinin ispatlanması adalet talebi değil midir?
Türkiye’nin bir hukuk problemi olduğunu, yıllardır yönetenler dahil hepimiz biliyoruz. Bu konudaki iyileştirme çabaları yeterli, yetersiz ayrı bir tartışma konusu. Fakat tartışmasız olan bir şey var ki, Türkiye’nin ekonomiden siyasete, istihdamdan kişisel hak çatışmalarına kadar her konuda adalet sıkıntısı var.
Şimdi bu olay üzerinden magazini bırakıp, bunu tartışmak gerekiyor. Ama kimsenin işine gelmiyor olmalı ki, yine işin temasını bırakıp, magazinine daldık. Yani üzülerek görüyorum ki, adalet kavramıyla yine ilgilenen yok. Tartışmamız gereken kimin nasıl yürüdüğü değil; adaleti nasıl tesis edeceğimizdir.