Türkiye’nin borca batırıldığı gerçeği her açıdan ortada. Yıllarca bu konuda uyarı yapmamıza, alınan her borcun Türkiye’nin borcu anlamına geleceğini hatırlatmamıza rağmen görmezden gelindi.
Hatta kulislerde ‘batan batsın’ denilirken, kamunun borç oranının eskiye oranla düşüklüğüyle övünülüp, reel sektörden vatandaşa kadar herkesin yaşayacaklarının kendi sorunu olduğu gibi bir sapkın düşünceye kapılanlar oldu. Oysa borca batırılışta uygulanan tüketim odaklı ekonomi üzerinden büyüme yakalanması anlayışının direkt etkisi vardı.
Nitekim gelinen noktada iç dış borç 600 milyar dolarlar seviyesine ulaşırken, reel sektör 210 milyar dolar ile kıpırdayamaz, vatandaş toplam borç oranı içinde hane halkı bazında yüzde 60’ları aşan yapısıyla ses çıkaramaz hale dönüştü.
Bunun siyasi getirisi de bu yolla adeta para dağıtılarak sağlandı. İnsanlara geçineceği kadar zam yapmamak için gerçek enflasyon ile rakam enflasyonu arasındaki makası açtılar. Sonuç ortada…
Elbette tüm bunlar para varken kolaydı. Şimdi musluk kesilince işin rengi değişti. Ne finans sektörü mahsuplaşmanın ötesine geçip sıcak kaynak sağlayabiliyor, ne ihracat istenen oranda getiri sağlıyor, ne turizm gelirleri düşüşü durdurulabiliyor. Yurttaşa bakarsanız 24 milyon icra dosyasıyla gerçekten tarihi bir rekor kırdı.
Şimdi öylesine kritik bir süreçteyiz ki, yeni bir yanlış yapmaktan vazgeçmemiz gereğine dikkat çekmek gerekiyor. Varlık yönetim şirketleri zaten borçluların en önemli sıkıntılarından biri. Daha önce dernekleriyle biraraya geldiğim bu şirketlerin yöneticileri aslında birbirinden değerli ve sohbetinden keyif alınacak insanlar.
Ama kağıt üzerinde koydukları kuralların, ne yazık ki pratikte yürümediğinden çok haberdar değiller. Çünkü varlık yönetim şirketlerindeki personelin, sadece borçlusuna değil, sülalesine nasıl tacizde bulunduğunun şahidi onbinlerce insan şu an ne demek istediğimi iyi anlıyor.
Uzun zamandır bu şirketlerin kiloyla satın aldıkları borç dosyalarını artık almak istemediklerini biliyorduk. Fakat şimdi görevlendirme gelmiş olmalı ki, tıpkı bankalar gibi onlar da topa girmek zorunda kalmış gözüküyorlar.
Şimdi kurgu şu: Söylendiğine göre ‘bankadan kredi çekip ödeyemeyenler için yeni bir fırsat (!) doğuyor. Borçlara artık varlık yönetim şirketleri bakıyor.’ 2 milyon kişinin bu şirketlere borçlarıyla devredildiği söyleniyor.
Kötü niyetli küçük bir azınlığı kenara koyarsanız ki onlar bankaların içinde de var, insanlar borcunu ödemek konusunda samimi. Ama şartlar uygun değil. Şimdi onlara bu metotla yeni bir borç kapısı hazırlanıyor.
Borcu varlık yönetim şirketine devrolan bankadan kredi kullanabilecek. Bu bankacılık açısından doğru olmasa da belli ki baskı var. Buradan kredi elde edebilirse, çoğu bankalara ait varlık yönetim şirketlerine borç kapanacak, bankalar son düzenlemeyle muhtemelen bu sıkıntıyı banka senediyle Merkez Bankası’na devredecek, orada Varlık Fonu devreye girecek ve haraç mezat elindeki satarak sınırsız para basımının önünü açacak.
Çok popüler olan ve aynı zamanda üretim paketinin içine atılarak utanç kaynağı haline dönüşen zeytinlikler tartışmasını bile buradan okumak gerekiyor. Peki bu filmin sonunda ne olur?
Vatandaş bir şekilde borcundan kurtulabilir. Elbette artan maliyetler karşısında bu da olanaksız gözüküyor ama öyle bile olsa, yıllarca övünülerek yapılan borcu tabana yayma sistemi terse döner ve tüm borç kamunun sırtına yıkılır.
Yani başladığımız noktaya geri döneriz. Ama bu kez borçlu olarak değil, müflis olarak. Ekonomi yönetimi bundan vazgeçmelidir. İnsanları bu borç batağına uyguladıkları politika batırdı. Şimdi bu yanlışı yaparlarsa, hem kamuyu hem vatandaşı batıracaklar.
Bu borcun ödenebilir kılınması için daha kalıcı çözümler gerekiyor. Bir daha bu denli kontrolsüz borçlanmayı gerektirmeyecek çözümler. Bu da bir hesap kitap meselesidir ve bu yöntem o yöntem değil. Burada yine bir pansuman tedbir ve gerçeklerle yüzleşmeme eğilimi gözüküyor.
Yapmayın, çözüm önerilerini dinleyin, bu yol çıkar yol değil, zincirleme bir kurtuluş hesap ediliyor; ama bu finansman sıkıntı ve rakamlarla, gerçek yaşam arasındaki fark nedeniyle hesabın tutması olanaksız. Her zaman söylüyorum hayalleri olmakla, hayalperest olmak farklıdır.
“Türkiye amatör liginde oynayan bir takımın antrenörü dert yanar:
– Para yok, malzeme yok, prim yok.
Arkadaşı sorar:
– Neden bırakmıyorsun?
– Şampiyon olabilirsek, ikinci ligden bir takıma antrenör olabilirim.
– Ya futbolcular?
– Şampiyon bir takımın futbolcuları daha iyi bir takıma transfer olabilirler.
– Ya yöneticiler?
– Onlar da şampiyon takımın futbolcularını satıp, verdiklerini kurtarmaya çalışırlar.”
Fıkrada hoş gözüküyor ama; bu hayalperestliğe gerçek hayatta gülmek zorlaşıyor.