Yargıtay 11. Hukuk Dairesi geçtiğimiz günlerde karşılıksız çek ile ilgili önemli bir karara imza attı. 10 yıl süren bir davada alınan karar; bankanın bundaki sorumluluğu adına emsal niteliğinde…
Meselenin bugüne kadarki ve sonrasında gelişecek sürecini bir kenara koyarsak, Yargıtay 11. Daire’nin vurgusunu baştan okumakta fayda var.
“Mahkeme, karşılıksız çek veren şirketi değil, şirkete gerekli özeni göstermeden çek karnesi veren bankayı suçlu buldu. Bankayı mağdurun uğradığı zararın yarısını ödemeye mahkûm etti.”
Tam bu konu tartışılmaya başlanmıştı ki, bir karar da Tekirdağ Çerkezköy’den geldi. Bu davada da mahkeme, sahte kimlikle bir bankada hesap açarak, çek karnesi alan ve piyasaya dağıtarak dolandıran bir şahıstan bahsediyor.
Alacağının peşine düşen işadamı, çeki verenin sahte kimlikle karneyi edindiğini öğrenince bankaya dava açıyor. Yine Yargıtay kararında borca konu olan 12 bin 600 TL’nin faiziyle banka tarafından ödenmesine karar veriyor.
Her ikisinin de ortak noktasındaki gerekçe, nüanslar olsa da bankaların çek karnesi verirken gerekli özeni göstermesi zorunluluğunu ortaya koyan 3167 sayılı Çek Yasası’nın 2. Maddesi…
Bu vurgu ve gerekçeler, meseleyi bir kararın ötesine taşıyor. Çünkü yıllardır tartışmalı hale gelen bir konuda ortaya konulmuş böyle bir irade, tamamen kesinleşmesiyle birlikte başka tartışmaları da gündeme taşıyacaktır.
Tartışmanın boyutunu da bir madalyon gibi, iki yüzüyle değerlendirmekte fayda görüyorum. Esasen bundan kısa bir süre önce röportajımız sırasında Beyazıt’ta bir esnaf, çeki boş ve düz bir kâğıttan farklı kılanın banka logosu olduğunu belirterek, esnafın toplanıp bankalara dava açması gerektiğini söylemişti.
O süreçte bunun hukuki bir karşılığı yoktu. Fakat şimdi eldeki bu iki karar ,emsal niteliği taşır ve esnaf teşkilatlarının, mesleki örgütlerin konuya mercek tutmasına olanak tanır. Bu nedenle konu takip edilmeli ve sık sık gündeme taşınmalıdır.
Öte yandan 2 binli yılların ortasında eski bir KOSGEB Başkanı, yaklaşımlar sırasındaki tavır nedeniyle bana şu sitemi yapmıştı: “Çetin burası bankalar cumhuriyeti olmuş. Ne yaparsan yap, lobiyi aşamıyorsun.” O dönemler, bugün faiz lobisi diye tanım yapanlar, bankalara toz kondurmuyordu ve bankaların her istedikleri oluyordu. Şimdi para bitti, aşk bitti.
Fotoğraf bu olunca süreci takip etme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Sektörel dernek ve odalar mutlaka bu kararların akıbetinin takipçisi olmalıdır. Yoksa yaklaşım diye başlayan süreçlerin, nasıl terse döndüğüne şahit bir tarihçemiz var.
Gelelim madalyonun diğer yüzüne… Merkez Bankası’nın aldığı faiz kararı da bankalar üzerinden iktisadi bir operasyonun yürütüldüğünün ipuçlarını veriyor. Öte yandan faiz ile ilgili iktidarın ve Beştepe’nin yaklaşımını biliyoruz.
Türkiye’de neden vadeli çek gerçeği var? Çünkü sermaye yetersizliği çok net ortada. Evrak ile dönen, veresiye sistemini arkasına alıp, muhtemel satışlarını hesap ederek elde edeceği muhtemel gelire güvenerek mal karşılığı verilen kâğıt sistemi döndürüyor.
Bu tip bir sıkılaşma da zaten zor durumdaki piyasanın tamamen tıkanmasına neden olur. Zira ekonomi yönetimi şu an iş dünyası vasıtasıyla basılan para anlamına gelen, çek ile senette üzerine yazılı tutarları bilmiyor. Bunlar ancak işleme kondukça resmileşiyor.
Velhasıl kelam bir tarafta sermaye yetersizliğini evrakla gideren reel sektör gerçeği, diğer tarafta sorumsuzca çek karnesi veren bankalar çelişkisi. Arada ortaya çıkan kötü niyetli ve fırsatçılar… Bankanın, yaprak başına bin 410 TL sorumluluğu var. Ama o yaprağa ben karşımdaki kabul ederse 500 bin TL yazabilirim. Böyle bir sistem olmaz.
Ekonomi yönetiminin sanal gündemlerle, hamasetle uğraşmak yerine bu iki karara dikkat etmesi, sistemi adaletli hale getirirken, ekonomik krizin boyutunu arttırması, bankaların da bu ortamda erken kredi çağırmalarına neden olacak ortamı yaratmaması gerekir.
Yani medyaya düşen haberler olarak baktığınız bu iki dosya ve neredeyse felsefi olarak ortak karar, sanılandan çok da büyük anlamlar taşıyor.
Elbette ilgisini çeken varsa. Yoksa geleneksel olarak önemsemeyip, konuyla ilgili kriz çıktıktan sonra devekuşu sendromunun ortasında ne yapacağın bilemeyen şahıslar olarak dolaşmanın hiçbir şeye faydası olmadığını defalarca gördük.