Türkiye’de yapılan üretimlerde en büyük sorunlarımızın başında ölçek ekonomisi yaratamamak geliyor. Bunda genel ekonomik fotoğrafımızın envanterden, plandan ve fayda/maliyet hesabıyla gelen verimlilikten yoksun yapısı kadar bakış açımız da büyük rol oynuyor.
Günümüzde Ar-Ge teşvikleri kapsamında bazı destekler sunuluyor. Ama KOBİ niteliğindeki firmalardan oluşan ve emek yoğun sektörlere girdiğinizde bunların birçoğunun ulaşılamaz olduğunu görüyorsunuz.
Örneğin bir çanta üretiminde mühendis ve tekniker şartları var ki, modelini bile kendi çıkaran, aslında usta olan esnaf düzeyindeki üreticinin bunlara ulaşımını bırak, konuşması bile mümkün gözükmüyor.
Öte yandan araştırma geliştirmenin ve çözüm üretmenin mutlaka laboratuvarlarda yapılan bir işlem gibi algılanması, bu konuda, firmaları da çekingen kılıyor. Ekonomi yönetimlerinin de meseleye sadece ‘para desteği’ çerçevesinde yaklaşması, işin mantığını ulaşılmaz hale sokuyor.
Türkiye’nin ilk tasarımcılarının başından gelen isimlerden Prof. Dr. Önder Küçükerman bir sohbetimiz sırasında ev eşyası üreten dev firmalardan birinde yaşanan örnek bir olayı aktarmıştı. Hatalı ürün veren bir makineyi, kişiye özel üretim haline dönüştürüp, bu tabakları, o işletmenin tarihi boyunca en büyük cirosunu yapan ürün haline getirdiği süreci.
Detaylarına girmeyeyim; işin özü bakış açısında gizli. Yani bir makineye hatalı ürün veriyor diye bozuk muamelesi de yapabilirsiniz; doğru bir tasarım ve sunumla, onu el yapımı, kişiye özel üretim yapan demirbaş olarak da görebilirsiniz.
Önder Hoca bu sohbette bir noktaya daha değinmişti. Tasarımı, ‘endüstri ile buluşuyorsa, mutlaka mucizeler peşinde koşmamak gerekir’ diye tanımlıyordu. Endüstriyel tasarımların mutlaka bir zarardan ya da sorundan yola çıkılıp, çözüm odaklı geldiğini, bu haliyle de fayda sağladığını vurgulamıştı.
Gerçekten bunun bir örneğini de PM/Sabancı’nın ‘Tütün Tarımı ve Kalkınma Projesi’nin sonuçlarının Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırma Merkezi’nin çalışması neticesinde oluşturulan raporu dinlemek için gittiğim toplantıda gördüm.
Toplanan tütünlerin dizimi ile ilgili, bir tütün eksperi tarafından geliştirilen makineyle, hem çözüm sunduğuna, hem de zaman ve maliyet kazancı yarattığına şahit oldum. Sorun tütünlerin dizimi sırasında harcanan zaman ve çiftçinin bu nedenle başka bir işle uğraşma şansının kalmaması.
Sorunu gören İzmirli Tütün Eksperi Selçuk Karagöz bir makine geliştiriyor. Vento ismini verdiği ve yurtdışı koruma da dahil patentini aldığı bu makine, sahaya çıktıktan sonra bir çiftçinin yaptığı ek ile gelişiyor. Ortaya çıkan zaman kazancı ve standardizasyon da kayda değer ölçüde başarılı.
Gözümüzün önünde 50 saniye baz zamanlı bire bir denemesine şahit olduk. Tütünler profesyonel biri tarafından el yöntemiyle 80 adet dizildi. Aynı süre içinde makinede dizilen tütün sayısı bin 800’dü.
Firmanın sübvanse ederek çiftçiyle buluşturduğu bir yapıda da kullanmasını temin ettiği görülen bu makine, aslında araştırma – geliştirme mantığı açısından bize çok şey anlatıyor. Demek ki sahadaki firmaları yüreklendirmek, yaşadıkları sorunları çözecek metotlar yaratmalarına ortam sağlamak gerekiyor.
Şimdi o çiftçiler, arta kalan zamanlarında hayvancılıktan, diğer tarımsal faaliyetlere kadar başka işlerle de uğraşabiliyor. Bu sadece bir örnek. Görüldüğü gibi Türk insanı da isterse zamanı paraya çeviren, doğru anlatıldığında sorununu çözebilen metotlar geliştirip, bunu katma değer yaratan bir yapıya çevirebiliyor.
Bu nedenle Prof. Dr. Önder Küçükerman’ın aktardığım bakış açısını hayata geçirmek ve insanlara paradan çok cesaretlendirici, işlerini kolaylaştırıcı destekler ve bilgi sunmak şart. Aksi takdirde Ar-Ge laboratuvarda yapılan bir iş gibi algılanmaya devam eder; insanlar sorunlarını çözmek için çare üretecek birilerini arar, iktidarlar para dağıtır ve el elde baş başta oynarız.
Sonuçta da üretimden mamule katma değer kavramı, romantik bir söylem olarak kalmaya devam eder.