Dört kişilik bir aile düşünün. Bu ailede de sadece bir kişi çalışıyor. Eve gelen maaş kıt kanaat geçinmelerine, gelirleri ölçüsünde de giderlerini harcamaya yetiyor. Gel zaman git zaman, ülkede ithal ürün fiyatları, üretimin altına düşünce firma rekabet edemez hale geliyor.
Fakat bir fabrikada görev yapan aile bireyinin çalışmasında problem çıkmıyor. Maaşına da enflasyon oranında zam almaya devam ediyor. Ne var ki aldığı zam ile, çarşıda pazardaki ürünlerin fiyatları arasında uçurum oluşmaya başlıyor.
Tam bu aşamada ailenin kapısını banka çalıyor. Önce kredi kartı teklif ediyorlar. Giderlerini karşılayamayan aile, kredi kartını kullanmaya başlıyor. Fakat bu rahatlık harcama kalemlerinde de bazı rahatlamalara neden oluyor. Zira kredi kartının limiti onlara sorulmadan, aldığı zammın kat be kat üzerinde arttırılmaya devam ediyor.
Bu hayat tarzına alışan aile bir süre sonra, kolayca sunulan kredilerle bir ev ve otomobil sahibi oluyor. Ne var ki yıllar içerisinde maaş, hayatın gerçekleri arasında ezilirken, kredilerdeki limit hesapsızca arttırılıyor.
Gelirin gideri döndüremediği noktada devreye bireysel krediler ve onu takiben de ihtiyaç kredileri devreye giriyor. Akabinde işyerinin sıkıntısı büyüyor. Bu sefer de zam yapmamaya başlıyorlar. Zorlanan aile, elde avuçtakine mercek tutuyor. Taksiti ödenen konut, otomobil de dahil olmak üzere, çamaşır makinesinden televizyona hepsi bir fonda toplanıyor.
Gelen bankacılara da şu söyleniyor: Bize kredi vermeye devam edebilirsiniz. Bakın elimizde çok ciddi bir fon var ve bunu teminat göstererek sizden yine para alabiliriz. Şimdi bu fotoğraf içinde sizce bankacılar yeni kredi verir mi? Ödemelerde kolaylık sağlar mı?
Olacağı şu: Konut ve otomobilden başlayarak teminatlı olanlara el konulur; borç ödenemedikçe de fondaki diğer değerlerle parayı alabilmek için icra tanıştırılır. Böylesi bir gerçekleşme ne yazık ki Türkiye’de 24 milyon icra dosyasıyla nüfusun önemli bir kesimi tarafından yaşanıyor ya da yaşanma riski taşınıyor.
Peki bunun sebebi ne? Ülkemizdeki kredi borçlularıyla, devletin arasında hiçbir fark yok. Türkiye’nin ekonomik durumunu anlamak istiyorsanız, rahatlıkla bir kredi kartı borçlusuna mercek tutmanız yeterli. Hiçbir fark yok.
Çözüm mü? Aslına bakarsanız, onda da çok büyük bir ayrım gözükmüyor. Varlık Fonu altında kurulan sistemin, az önce ailemizin bulduğu çözümden zerrece farkı bulunmuyor. Şimdi Ekonomi Bakanı Zeybekçi çıkmış, dolardaki yükselişe çare olarak, bu fonun kullanılabileceğini anlatıyor.
Birincisi sorun ortadan kalkmadan kalıcı bir düzelme olmaz. İkincisi bu fon tasarruf fazlasıyla değil, elde avuçtakiyle kurulduğu için ihtiyaç halinde haraç mezat gider. Üçüncüsü bu söylemle ortalığı yatıştırmaya çalışmak, yeni para akışını gizlemek için kullanılan bir metottan öteye anlam taşımaz.
İşte Bakan Zeybekçi’nin dövize müdahalede ‘seçenekler arasında’ diye nitelendirdiği fonun gerçek durumu bu. Gerisi de boş laf.