Batacağız… Bu kafayla gidersek şirketleri de, insanları da, ülkeyi de daha fazla batıracağız. Yıllarca kumar ekonomisinin esiri olan Türkiye, ne yaptığını bilmezcesine ya da resmi doğru okuyamadığını teyit edercesine savruluyor.
Bir tarafta asgari ücretliden fon kesip, diğer tarafta taksit arttırma çelişkisi bir yana dursun; bundan daha kritik bir şaşı bakışın ortasında yatırımı ve tüketimi teşvik ediyor. Dünyada finans kaynakları kurumuşken, yani para daha pahalı hale gelmişken, ihtiyacını karşılayacağı miktarı bulamadığı halde, rasyonellikten uzak bir ekonomik modele doğru koşuyor.
Cumhurbaşkanı firmaları yatırım yapmaya çağırıyor; Ekonomi Bakanı Merkez Bankası’nın tüketimi destekleyen politikaları desteklediğini açıklıyor; bir tarafta asgari ücret tartışması yaşanırken, yine bizzat Zeybekçi tarafından ortaya konulan talebin reel sektör tarafından karşılanamayacağını itiraf ediyor.
Şimdi tek tek bakalım: Gelecek sene uygulanması için talep edilen asgari ücret bin 600 TL… Yeterli mi? Çalışan tarafından baktığınızda kesinlikle değil ve halen açlık seviyesi sınırlarında dolaşıyor.
Peki Türkiye’de madem iktisaden her şey yolunda, dünyaya rağmen, ülkemiz büyümeye devam edecek ve refah yaratacak; o halde reel sektör Bakan Zeybekçi’nin söylediği gibi neden bunu vermekte zorlansın? Birincisi demek ki işler yolun değil.
Açlık seviyesinde emeğini kiralayan ve şanslıysa bir işi olan insanlar nasıl tüketecek? Çünkü Bakan Zeybekçi, aynı zamanda bankacılık sektörünün tüketim odaklı politikalarını da desteklediğini açıkladı. Banka kredileriyle… İkincisi demek ki harcayacak paramız yok.
Dönelim Cumhurbaşkanı’nın yatırım yapılması yönündeki tavsiyesine. Kimseye kulak verilmemesi ve yatırımların sürdürülmesini önerdi. Reel sektör mensupları da biliyor ki, çok büyük bir atıl kapasite ile çalışıyorlar ve bu maliyetlerin üzerinde ekstra baskı yaratıyor.
Peki kapasitesini dolduramayan firmalara, dolduramayacağı yeni kapasiteler eklemeyi tavsiye etmek, dünya pazarındaki daralma, arz fazlası ve birçok firmanın kapanacağı gerçeği ortadayken akılcı mı? Diyelim ki zevk için makine almayı seviyor bu reel sektör.
Parası var mı? Yok… Bırakın olmamayı pozisyon açığı, kısa vadeli borç miktarı, finansman ve daha da kötüsü tahsilât sıkıntısı belini bükmüş vaziyette. Nereden bulacak parayı? Adres aynı; bankacılar verecek. O zaman üçüncüsü de şunu sormak lazım; bankalar parayı nereden bulacak?
Ya yurtdışından kredi temin edecekler ki bu şartlarda zor ya da maliyetli ya da Merkez Bankası kontrolsüzce para basıp piyasaya sürecek. Kim ne derse desin; yastık altı yatırımlar gün yüzüne çıkmadığına ve çıkmayacağına, tasarruf miktarımız da yerlerde süründüğüne göre başka çare yok. Peki, bankaların yeni sendikasyon bulduklarında, eski taksitleri ödeyip, çok az miktarda nakit elde etmelerini ne yapacağız?
Para bastığınızı düşünelim. O zaman da zaten faiz, döviz ve enflasyonu yerinde tutamazsınız ve sonu felaket olur. Neden? Çünkü kendi paranız üzerinden hesap yapmıyorsunuz. Demek ki neymiş? Üretmeden, satmadan, kazanmadan, arttırmadan, harcayamazsınız. Bugüne kadar gelen alışkanlıkla bankalara ‘ver’ diyor. Ama ‘nereden’ sorusunun yanıtı yok.
Şöyle düşünün. Bir tarlanız var ve yıllarca ekmemeniz için size kredi verildi. Kredileri yeni kredilerle kapatarak hem sahte bir refah sağladığınız, hem de borç batağına battınız. Şimdi para lazım ve bankacılara diyorsunuz ki: ‘Bana kredi ver; ben üreteyim, satarsam paranı öderim.’ Ama yıllarca doğru düzgün iş yapmadığınız için pazar kaybetmişsiniz. Müşteri hazır mı? Yok; bakacağız.
Adama sorarlar: Yıllarca neden üretilmemesi için kredi dağıttınız; tüketim toplumu yarattınız; Şimdi eski borçları kapatmadan, yıllarca bu fütursuzluğa ortak ettiğiniz bankalara nasıl kredi verdireceksiniz? Diyelim mi baskı yaptınız ve verdiler. O kredilerin geri ödenmediği noktada ne yapacaksınız?
Yıllarca siz bizlere ‘felaket tellalı’ diye sıfatlar takarken; biz size bugünü anlatıyorduk. Şimdi çıkın işin içinden. Ekonominin değişmeyen gerçeği ortada duruyor. Kazanmadan, harcayamazsın. Harcarsan; batarsın. Gerisi boş laf…