2017 bütçesini değerlendiren Maliye Bakanı Naci Ağbal ilginç açıklamalarda bulundu. Bırakın tasarı halindekini, tamamlamaya çalıştığımız 2016 bütçesinin sapmalarını bile dikkat almadan yine aynı adrese döndü. 2002 yılına…
Üstelik o dönemki mevkidaşlarını rencide ederek… Bu ülkede bazı şeyleri gururuna yediremediği için hayatına son vermeye çalışan, neyse ki kurtarılan bir bakanın olduğu o dönemleri unutarak….
Elbette kimsenin bunu yapmasını istemeyiz; ama onur denen kavramı kendini kurtarmak için zedelemeye kalkmak, o dönemin görev yapanlarını rencide etmek de tasvip edilecek bir şey değil. Bırakın onu halk ve gazeteciler yapsın.
Türkiye’nin en sorunlu ve yanlışlarla dolu dönemidir 90’lar ve 2 binlerin başı… Ama mevcut durum da ‘dinime hakaret eden bari…’ noktasından öte değil. 2017 bütçesini harikalar yaratan nitelikte olarak tanımlıyor Ağbal… Daha acısı harikalar yaratmayacağını bile bile…
Ve eleştirmeme neden olan o sözleri sarf ediyor: “2002’de bu ülkede bütçe yapılırdı, o dönemin Maliye Bakanı parlamentoya bütçeyi götürdüğünde başı yerde olurdu. Niye? Parlamentoya bütçe götürüyorsunuz, harcamaların yüzde 43’ünü sadece faize harcıyorsunuz. Geri kalan para, vatandaşa hizmet için.
Allah’ınızı seversiniz, böyle bir bütçe olur mu? Şimdi bütçeyi ben götürüyorum. Benim yürüyüşüm de değişti, bakışım da değişti, başım dik. Niye? Benim bütçem faiz bütçesi değil, hükümetimizin bütçesi tam manasıyla hizmet bütçesi.”
Hizmetten ne anladığınız ayrı bir tartışma konusu ama Türkiye’de istihdamın içerisindeki hizmetin payını yüzde 54’e çıkarttığınız bir gerçek. Bu ne demek biliyor musunuz? Daralan dünya pazarında ve ekonomisinde en büyük işsizliğin bu alanda başlayacağı; işsizlik patlamasıyla ilgili ciddi bir risk taşıdığımız açık. Ama bunu siz dik (!) yürürken üretimden vazgeçerek yaptınız.
Bütçenin ne kadarının gerçek olduğunu tartışırım Sayın Ağbal. Çünkü tahakkukları gelir gibi göstermek, hedeflenen bütçeleri yıl içerisinde fersah fersah aşmak, insanlara akıl almaz mecburiyetler koyup, işsizden sigorta primi istemek gibi, sonra bunları affetmek, ama bütçe gelirlerinden düşmemek gibi oyunlarınızdan hiç bahsetmeyeceğim.
Ama şu dik (!) yürüme meselesi var ya… Bizlerin de yapılan yanlışlar nedeniyle çok eleştirdiğimiz 2002 yılında ülkenin toplam borcu içinde hanehalkının payı yüzde 4 iken, bugün yüzde 65’lere ulaştı.
2002 yılında Türkiye’nin yurtdışı pozisyon açığı 82,5 milyar dolar iken, 2016 yılının ikinci çeyreği verilerine göre 379 milyar doları buldu. Bankaları, şirketleri, vatandaşı gırtlağına kadar borçlandırdınız ve dik (!) yürüyorsunuz öyle mi?
Bir takım hizmetlerden bahsediyorsunuz. Cumhuriyet tarihinin ne kadar biriktirdiği eser varsa, arsalarını hediye edip, bina fiyatına satmanıza ne diyeceğiz? Nerede o paralar? Yol yaptınız. O yolları da şimdi satmaya kalkıyorsunuz. Hem de harcadığınızın yüzde 15’ini geçmeyen paralara.
Bu listeyi uzatmak mümkün. Ama Maliye Bakanı Naci Ağbal dik (!) yürürken, büyük Türk Milleti’nin beli ve başı eğrildi.
Bir bakan vergi barışı yapıp, sonra milyonlarca insanın ona mecburen başvurmasıyla övünüyor ve aslında 2 taksitten fazlasını alamayacağını baştan kabul ediyorsa, dik (!) yürüyemez. Elbette Maliye Bakanı olarak hesap kitap yapmayı unutmadıysa…