Yerinde olmak istemeyeceğiniz kişi sayısının artması, derin bir dönüşüm sürecinde olduğumuzu gösteriyor.
Vallahi bugünlerde bilmiyorum. Eskiden “Bu aralar kimin yerinde olmak istemem?” diye etrafa şöyle bir bakardım. Üzerine yazacak konu bulmak için fena bir yol değil. Hele “ileri demokrasi” ortamında, iç meselelere fazla takılmamak için de son derece uygun bir yol. Ama bir süreden beri, aylık listemi tek kişiye indiremiyorum. Bu aralar, “En çok kimin yerinde olmak istemem?” diye liste yapıyorum. Bunun Türkiye açısından içerdiği manayı görebiliyor musunuz? Bu aralar, tek tek kararlara takılıp “Bakalım şimdi ne olacak, başımıza ne gelecek?” filan diye fazla düşünmemek gerekiyor. Ben ekonomi ve dış politika dahil pek çok alanda, Türkiye’nin, artık meşrebinize göre, isterseniz manevra kabiliyetinin, isterseniz hata yapabilme alanının genişlediği bir süreçten geçmekte olduğumuzu düşünüyorum. Başınıza bela açabilecek herkesin kendi memleketinde başını kaşıyacak vakti yok zaten. Neden böyle? Nedir bu dönem böyle?
İtalya için zor süreç
İsterseniz bu ayın listesi ile başlayayım. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, geçen aydan kalan nedenlerle listenin başında duruyor, ama bu gidişle ay içinde İtalyan Başbakanı Silvio Berlusconi ile yer değiştirecek galiba. Geçenlerde bir İngiliz dostum “İtalyanlar artık Davos’ta bile fazla görünmüyorlar. Onlara cüzamlı muamelesi yapılıyor” demişti. “Aman canım, Silvio Amca’yı bilirsin işte, azıcık gariptir!” Bu aralar herkes İtalya’nın problemi siyasi kredibilite demeye başladı bile. İtalya için olumsuz süreç, bunga bunga skandallarıyla başlayıp, Maliye Bakanı Tremonti ile Berlusconi’nin atışması ile devam etmişti. Evvelki gün İsrail’de yapılan gösteriler Netanyahu’yu da bu ay listeye eklemeye yeter aslında. Pankartların biri, “Mısırlı gibi yürüyoruz” (Walking like an Egyptian) biçimindeydi. Ne diyeyim? Bakın bu ayın listesine Libya’daki Miki Fare devletinin başkanı Kaddafi’yi eklemeye yer bile kalmadı. Ya Obama? Ya Merkel? Liste uzun mu uzun! Daha bu ülkelerin bakanları var, bakanlıkların müsteşarları var. Hiç kimsenin hayatı son zamanlarda hayat değil. Dünyanın her bir tarafı ayrı oynuyor.
Dönüşüm süreci
Yerinde olmak istemeyeceğiniz kişi sayısının böyle birdenbire artması ne anlama geliyor? Dünyanın her tarafını aynı anda etkileyen derin bir dönüşüm sürecinin içindeyiz. Listenin kabarmaya başlaması bana kalırsa buna işaret. Hangi birisi, hepsinin bir problemi var. Peki, bu işler ne zaman başladı? Galiba yirmi birinci yüzyıl ile başladı. 2000 yılına girerken, “Üçüncü binyıla giriyoruz” diye pek sevinmiştik. Ama bakın o zamandan beri başımıza gelmedik kalmadı. Gelin bir sıralamaya başlayalım. Yeni yüzyıl önce 11 Eylül 2001’i getirdi. New York’un siluetini değiştiren o büyük terör saldırısı oldu. Önce suçlu Afganistan ve Irak’mış gibi geldi. Bugün sonunda İslam coğrafyasının, küresel ekonomiye entegrasyonu meselesi ön plana çıkmaya başladı. 2007-2008 yılı sistemimizin merkezinde bir küresel iktisadi kriz getirdi. Geçti derken şimdilerde bu krizin aynı 1929’daki gibi uzun bir kriz olduğunu daha iyi kavrıyoruz. Evvelki gün Amerikan hükümetinin bankalara açmaya başladığı davaların ne anlama geldiğini ise yakında daha iyi anlayacağız. Hiçbir şey göründüğü gibi durmuyor. Bu arada 2011 yılında Arap Baharı ile başlayan orta sınıfların “yetti artık” gösterileri başladı. Önce Tunus ve Mısır’dı, şimdi Suriye’yi geçip İran’a doğru ilerliyor. Şili’de öğrenciler yürüyor. Londra’da isyan çıkıyor. Her yer aynı anda karışmış bulunuyor.
Her şeyin aynı anda değişmekte olduğu bir sürecin içinden geçiyoruz. Kimse kendisini iyi hissetmiyor. Acaba daha önce statüko hiç bu kadar geniş bir coğrafyada, hiç bu kadar kapsamlı (ekonomik, sosyal, politik) bir biçimde sarsılmış mıydı? Ben bilmiyorum.
Böyle bir gündem içinde her ülkenin hata yapma marjı genişler. Böyle bir dönemin içinden geçiyoruz. Hayırlısı bakalım.