OECD’nin (Ä°ktisadi Ä°ÅŸbirliÄŸi ve GeliÅŸme TeÅŸkilatı) son verimlilik raporu medyada çok fazla yer tutmadı.
Ekonomi haberlerinde yer aldı, fakat raporun öneminin anlaşıldığını düşünmüyorum. Raporu dikkatle incelediğinizde ve ekonomi tarihinde olanları gözünüzün önüne getirdiğinizde, ekonomimizin içinde  bir kanser tümörünün büyüdüğünü ve ciddi boyutlara vardığını görüyorsunuz.
En son söylenecek ÅŸeyi baÅŸtan belirtmekte fayda var. Türkiye’nin iÅŸgücü verimliliÄŸi 2001-2007 arasında yüzde 5.98 iken 2007-2013 arasında yüzde 0.59 seviyesine düşmüş. Bu satırları okuduÄŸunuzda “Eee ne olmuÅŸ” diyebilirsiniz. Ya da “iÅŸ gücü verimliliÄŸi ne demektir?” ÅŸeklinde bir soru da  sorabilirsiniz. Bu soruyu soranları kutlarım. Çok basit anlatayım. Bir ülkede 1 saat çalışıldığında satın alma gücü paritesine (1) göre üretilen Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın(2) yüzde kaç arttığını gösteren veriye “iÅŸgücü verimliliÄŸi” adı veriliyor.  2001-2007 yılları arasında Türkiye’de her yıl iÅŸgücümüz %5.98 daha fazla üretim yapmış. Fakat 2007-2013 arasında bu deÄŸer ortalama olarak %0.59’a düşmüş. Elimizde 2013’ten sonraki veriler bulunmuyor. Åžu an kaç olduÄŸunu bilmiyoruz. Fakat aÅŸağıdaki grafikte görüldüğü üzere en çarpıcı düşüş Türkiye’de gerçekleÅŸmiÅŸ.
Yukarıdaki grafiÄŸi tablo olarak gösterecek olursak, ülkeler arası karşılaÅŸtırma da yapabiliyoruz. AÅŸağıdaki tablo 2001-2077 arası ile 2007-2013 arasında iÅŸ gücü verimliliÄŸindeki deÄŸiÅŸimi yüzde puan olarak gösteriyor. Maalesef,  İşgücü verimliliÄŸi en çok düşmüş olan ülke Türkiye.  Bu ciddi bir kanser tümörüdür ve hızla büyüyor. Acilen önlem alınmazsa Asya’da 1997’de neler yaÅŸanmışsa bizde de aynı olaylar yaÅŸanabilir ve Türkiye gerçekten de çok ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalabilir.
Bir ülkenin büyümesi uzun vadede toplam üretim faktörlerinin (Sermaye, iÅŸgücü vs) verimliliÄŸine eÅŸit olur. Ãœretimde kullanılan en önemli iki faktör iÅŸgücü + sermaye olduÄŸuna göre; eÄŸer ülkenin iÅŸgücü+Sermaye verimliliÄŸi her yıl %2-3 büyürken, bu ülkenin GSYH’sı %6-7 büyüyorsa veya tersine eksi büyüyorsa bir yanlışlık var demektir. Kısa vadede örneÄŸin 3-5 yıl boyunca iÅŸgücü+Sermaye verimliliÄŸiniz %1-2 büyürken, ekonominiz %4-5 büyüyebilir. Fakat bunun sürdürülebilirliÄŸi yoktur. Eninde sonunda bir krizle birlikte, büyüme eÄŸrisi normale yani iÅŸgücü+sermaye verimliliÄŸine yaklaşır.
Çarpıcı  Gerçek Bir Hikaye
Asya ülkeleri 1988 ile 1995 arasında ortalama yüzde 8 civarında büyüyorlardı ve 1997 yılında çok büyük bir kriz yaÅŸadılar. Para Harekatı isimli kitabımda bu krizi ayrıntılı anlattım. Fakat Asya’da büyük bir kriz olacağını söyleyen ilk isimlerden biri o zaman henüz Nobel ödülü almamış olan Paul Krugman isimli Amerika’lı ekonomistti. Asya ekonomileri hakkında iki Çinli araÅŸtırmacının yazmış olduÄŸu makalede, Asya ülkelerinde büyümenin yüksek olmasına raÄŸmen iÅŸgücü+sermaye verimliliÄŸinin sıfıra yaklaÅŸtığından bahsedildiÄŸini gördü. Daha sonra araÅŸtırmalarını derinleÅŸtirdi ve Asya’da büyük bir krizin olacağını yazdı. Sebep olarak yukarıda bahsettiÄŸim iliÅŸkiyi anlattı.
Asya ülkelerine Batı ekonomilerinden deli gibi para akıyor, bu durum büyümenin yüksek olmasını saÄŸlıyor, fakat iÅŸgücü+sermaye verimliliÄŸi hızla düşüyordu.  Birçok Asya’lı ÅŸirket dışarıdan yüklü miktarda borçlanmışlardı. Makro verilere baktığınızda hiç sorun görünmüyordu. Asya ülkelerinin  tasarruf ve yatırım oranları yüksek, büyüme yüksek ve bütçe fazlaları vardı. Tek sorun, özel ÅŸirketler dışarıdan para geldikçe çok borçlanmışlardı ve kolay para bulabildikleri için de kullandıkları paranın getirisi umurlarında deÄŸildi. Nasıl olsa kolayca para bulabiliyorlardı.  EÄŸer çocuÄŸunuza bol para verirseniz sonu ne olur? Tabi ki Asya’lı ÅŸirketler  çok verimsiz alanlara bile devasa yatırımlar yapıyorlardı. Dikilen kulelerin AVM’lerin haddi hesabı yoktu. Ãœstelik Japonya’da 1990’da yaÅŸanan ve ekonomiyi yerle bir eden konut çöküşünü görmelerine raÄŸmen!…
Bankalar ve finans kuruluÅŸları gelen parayı fütursuzca dağıtıyor, siyasiler de ülkeye gelen paranın büyümeyi yükseltmesinden, iÅŸsizliÄŸi azaltmasından memnun bir ÅŸekilde, gelen paraya üstü kapalı garantiler veriyorlardı. Bankalar olmadık projelere para akıtırken ekonomi literatüründe “Moral hazard” (Ekonomik suistimal) olgusu en hızlı ÅŸekilde yaÅŸanıyordu. Aslında bankaların dışarıdan getirdikleri ve içeride ÅŸirketlere dağıttıkları kredilerin birçoÄŸu batıktı ve zaten Paul Krugman da bunu görmüş ve Asya’da ciddi bir kriz olacağını yazmıştı. Åžirketlerin borç oranları çok yükselmiÅŸti.
Nasıl olsa büyüme oranları yüksekti ve bu borçlar ödenecekti. Fakat çok önemli bir ayrıntı gözden kaçıyordu. EÄŸer borçlarınız, bu borçların maliyetinden hızlı artıyorsa, bunun sürdürülmesi imkansızdır. ÖrneÄŸin bir firma yıllık yüzde 5 dolar faiziyle borçlanıyor olsun. EÄŸer borçları yıllık bazda yüzde 5’dan fazla artıyor ve yatırımların verimliliÄŸi düşüyorsa, bir süre sonra bunun sürdürülemezliÄŸi anlaşılacak ve oluk oluk para akıtanlar bunu geri isteyeceklerdi.Birçok Asya ülkesinin kısa vadeli dış borçlarının toplam borçlara oranı 1996 yılına gelindiÄŸinde hızla artmıştı. Bir bakıma kısa vadeli ihtiyaçlarını da artık borçla karşılıyorlardı. Tabloda krizi en derin yaÅŸayan Tayvan, Tayland ve G. Kore’nin 1996 yılındaki oranlarına dikkat ediniz. Dış borç, toplam borcun yarısına ulaÅŸmıştı. Malezya’da bu oran %27 olmasına raÄŸmen, Malezya bile krizi en derin yaÅŸayan ülkelerden biri oldu.
Özetlersek yabancılardan gelen para hisse senedine, emlak sektörüne ve tüketiciye kredi olarak gidiyordu. Herkes her alanda yatırıma girişmiş ve böylelikle yatırımın getirisi hızla azalmış ve kar marjları, borçlanma maliyetinin de altına düşmüştü. Tüketiciye verilen krediler kesildiği anda aşırı yatırım yapmış olan özel sektör borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmişti. Dolayısıyla dışarıdan gelen paranın kesilmesi durumunda ekonomi duvara çarpacaktı.
Yukarıdaki tabloda Güney Kore’deki en önemli 30 holding’in Borç/Özvarlık (Debt/Equity Ratio) oranları bulunuyor. Ayrıca 1996 yılında net karlarının cirolarına göre  (Net Profit) ne kadar düşük olduÄŸuna ve birçoÄŸunun da zarar ürettiÄŸine dikkat ediniz.  (Tabloda Debt=Borç , Total Asets=Toplam varlıklar, Sales = Satışlar)
Nitekim Tayland’da bir bankanın aldığı krediyi geri ödeyemediği duyulunca, domino taşı etkisiyle, dalga dalga para kaçışı başladı. Önce borsalar göçtü, ardından kriz Tayland’dan Güney Kore’ye sıçradı. Bu ülkelerin paraları değer kaybettikçe ürettiği mallar yabancı para bazında ucuzluyordu. Bu durum diğer Asya ülkelerinde de devalüasyon beklentisini kamçıladı. Çünkü, diğer ülkelerin parası değer kaybetmezse, malları, devalüasyon olan ülkelere göre çok pahalı olacak ve satış yapamayınca onlar da borçlarını ödeyemeyecek duruma düşecekti. İşte bu beklenti, bütün Asya ülkelerinden para kaçışına sebep olunca, kurunun yanında yaş da yandı ve makroekonomik durumu çok iyi olsa bile hemen hepsi krize girdiler. Paraları bir haftada yüzde 40 oranında değer kaybetti.
Peki Batılı bankalar bu kadar borcu niçin verdiler. Sonucunu görmediler mi? Bu konuda Paul Krugman Şöyle diyor;”Yabancı bankalar bir oyun oynuyorlardı. EÄŸer yazı gelirse onlar kazanacaktı, tura gelirse, ülkelerin vergi mükellefleri kaybedecekti.” :))
Borç verenler biliyorlardı ki, böyle durumlarda IMF imdada yetişir, borç verdikleri şirketler iflas etse bile, hükümetler bu borcu ödemek zorunda kalırlar ve nasıl olsa paralarını kurtarırlardı. Zaten IMF’nin görevi gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere verdikleri borçların geri ödenmesini garanti etmek değil miydi? Nitekim Malezya hariç hepsi IMF ile Stand-by anlaşmaları yaptılar. Hükümetler, iflas eden şirketlerin ve bankaların borçlarını üzerlerine aldılar. Sonuç olarak, bütçe fazlası veren bu ülkelerin bütçe açıklarının milli gelire oranı kriz sonrasında yüzde 15 seviyelerine kadar yükseldi. Yani özel sektörün aldığı borçların tümünü ödemek, devletin üzerine kalmıştı. Sonrası malum. Bizler 2001 krizinden sonra neler yaşamışsak, kriz geçirdiklerinde aynılarını yaşadılar. Yüz binlerce kişi işini kaybetti. Binlerce firma iflas etti. Borsalar yüzde 60–70 oranında düşerken, emlak sektöründe fiyatlar yarıdan fazla düştü. Sözün kısası borç aldıkları refahı, çok acı bir biçimde ödediler.
SONUÇ
Türkiye’de bankalar uzun zamandan beri, dışarıdan sendikasyon kredisi bularak özel sektöre ve içerideki tüketicilere sattılar. Asya’dan farklı olarak bizim bankacılık sistemimizin çok daha saÄŸlam olduÄŸunu belirtelim. Fakat yine de 2003 yılında toplam kısa vadeli dış borcumuz (yani 1 yıl içinde ödenecek borç) 23 milyar dolar iken 2016 ÅžUBAT itibariyle 105.2 milyar dolar düzeyindedir.  Finansal kuruluÅŸlar dahil, özel sektörün borcu 2003’de 18 milyar dolardan 2016 Åžubat itibariyle 86 milyardır. Yani gelecek yılın Åžubat ayına kadar olan 1 yıl içinde özel sektörümüz 86.8 milyar dolar dış borç ödeyecektir. Fakat memnuniyetle belirtelim ki; 2014 yılı sonunda kısa vadeli dış borç miktarı 113.5 milyar dolardı. Yani son 2 senedir özel sektörümüz ya borçlanamıyor, ya da yeni borç almak istemeyerek borç ödüyor.  Herhangi bir ÅŸekilde FED’in faiz artırması veya küresel bir ÅŸokla eÄŸer kredi kanalları Türk özel sektörüne kapatılacak olursa Asya tecrübesini yaÅŸayabileceÄŸimiz için, ekonomi yönetiminin B planı olmak zorunda.
OECD, Türkiye’den yeterli veri bulamadığı için sermaye verimliliÄŸini hesaplayamamış. Fakat gzlemlerim o ki; sermayenin verimliliÄŸi de belirgin ÅŸekilde düştü. Åžu an kimse elindeki sermayeye ciddi bir getiri saÄŸlayacak iÅŸ yapamıyor. OECD verilerine göre, Ä°ÅŸgücü verimliliÄŸinin sıfıra yaklaÅŸmasına raÄŸmen, hala yüzde 4 büyüyorsak, çok ciddi bir sorun var demektir ve bu suni büyümedir.  Dışarıdan gelen kaynak kesilip borç verenler kapıya dayandığında ne yapacağız? sorusunun cevabı ÅŸimdiden herkes tarafından düşünülmelidir. Ãœlkemin bir hiç uÄŸruna yeni krizlere maruz kalmaması için bu uyarı yazısını yazdım. Yapısal reformlar hala yerinde sayıyor. VerimliliÄŸin topyekün artması için herkese görev düşüyor. EÄŸer 1 saat çalışıp 1 birim üretiyorsak, bu ülkeye daha fazla faydalı olmak için, 1 saatte en azından 1.1 birim üretmeye baÅŸlamamız veya bunu saÄŸlayacak tedbirleri almamız gerekiyor.
SaÄŸlıcakla kalınız…
 Açıklamalar….
(1) Satın Alma Gücü Paritesi:  Aynı miktarda malı (örneÄŸin 1 ekmeÄŸi) ABD’de 1 dolara alırken, Türkiye’de 1 TL ödüyorsanız, sizin 1 TL’lik alım gücünüz 1 dolara eÅŸittir.
(2) Gayrisafi Yurtiçi Hasıla: Bir ülkede belirli bir dönemde (genellikle 1 yılda) üretilen mal ve hizmet toplamıdır.
Önemli bir konu ya açıklayıcı yaklaşımınız ve kazandıracağınız yeni bakış açıları adına teşekkürler.
teşekkürler hocam
Hocam merhaba
sizi twitter dan takip ediyorum(@savasseckin)
Sizlerden güncel olarak borsa ve piyasa ile ilgili bilgi amaçlı mail grubunuza dahil etmenizi rica edecektim.
email adresim;
[email protected]
saygılarımla