Dünya ve Türkiye ekonomisinin ciddi açmazlarla karşı karşıya olduğu 2016 yılında, ‘ne bekliyor’ temalı yazı dizimizin üçüncü bölümünde reel sektöre mercek tutacağız. Reel sektör kavramını da üreticisi, esnafı, işçisi, çalışanı ile aynı pencerede görmek doğru olacaktır.
Çünkü bugünün ekonomik gerçekleri içerisinde sadece iki sınıf kaldı. Üretim ekonomisine inananlar ile kumar ekonomisinden geçinenler.
2 binli yılların başından bu yana dünyada parasal genişlemenin de etkisiyle, finans piyasalarının öne çıkarıldığı, kur ve faiz politikalarıyla üreten, ticaret yapan ve çalışan kesimlerin dezavantajlı hale geldiği Türkiye’de fatura çok kabarık.
2016 yılı dünyadaki ekonomik daralmayla, zaten 2009’da başlayan ama 2011 itibariyle ağırlaşan pazar daralmasının şiddetini arttırdığı bir sürece giriyoruz. Dışarıda ihracat pazarlarının daralması, kârlılığı azalması ve yeniden aynı pazara girmenin 10 yıllık emek istemesinden dolayı pazarın terk edilememesi gerçeği altında ihracatçı zararına çalışıyor.
Alternatif pazarlarını büyük ölçüde kaybeden, komşu pazarları tamamen elinden kaçıran, daralmaya paralel Çin mallarıyla daha çok karşı karşıya gelecek ihracatçının gelirleri düşerken, aşırı borçlu ve kısa vadeli borç sıkıntısı yaşayan yapısı 2016’ya damgasını vuracaktır.
Yurtiçinde ise büyük bir tahsilât sorunu yaşayan, ortalama 20 ay vadelerle mal satan, iç pazarını da büyük ölçüde ithal mallara kaptıran bir reel sektör fotoğrafıyla karşı karşıyayız. Her ne kadar bazı ürünlerde gümrük vergileri arttırıldıysa da, olan olmuş ve dezavantajlı konuma düşülmüştür.
Mal satmakla satmamak, üretmekle üretmek arasında gidip gelen reel sektör ise, devlet desteği olmadan uygulanacak bin 300 TL’lik asgari ücretle tamamen köşeye sıkışacaktır. Şayet kıdem tazminatı da iktidarın belirttiği üzere fona devredilirse, iddia ediyorum çok sayıda firma kepenk kapatır.
Çünkü bugün iflas mahkemelerine başvuranların sayısı artarken, bir yandan da sigorta primi, vergi borcu ve tazminatları karşılayacak parası olmadığından, gizli iflas içerisinde sürüklenen çok sayıda firma olduğu tespitini ortaya koymak gerekir.
Reel sektörden, inşaatı anlayan bir ekonomi yönetimi, kendisiyle birlikte, reel sektörü, inşaat sektörünü ve bankacılığı da zehirlemiş vaziyettedir. 2016 bu iltihabın dışa aktığı ve çok sayıda firmanın zor duruma düştüğü, bunun da ekonomiyi reel kesim adına sıkıntıya sokacağı ihtimalini gündeme taşımaktadır.
Esnafın belinin kırıldığı, iş hacminin düştüğü, ticari kredi bulamadığı için kredi kartı ve bireysel ihtiyaç kredileri içerisinde önemli bir pay aldığı realitesi de konuşulmayan saatli bombadır.
Günümüzde tefecilerin tekrar hortladığı, çek senet mafyası ihtimalinin de belirdiği bir manzara ile karşı karşıyayız. Bahsedilen yapısal reformları ise, pansuman tedavilerle hayata geçirme imkânı bulunmamaktadır. Gerçek bir zihniyet, bakış açısı ve politika değişikliği gerekmektedir.
Bu tablonun da reel sektör adına en büyük çıktısı işsizliktir. Türkiye’nin 2016 yılından başlayarak daha çok gündemine oturacak olan bu vaka, ülkenin önündeki en büyük tehlikelerden de birini oluşturmaktadır.
Bunun vatandaş boyutuna nasıl yansıyacağını ise yazı dizisinin son basamağında, bir sonraki yazıda paylaşacağım. Tüm bu sıkıntıların farkında olarak, geliştirilecek politikaların daha gerçekçi, yapısal, hayallerden uzak ve daha çok firmayı ayakta tutabilmek adına oluşturulması en temel zorunluluktur. Aksi takdirde reel sektörü ve bileşenleri 2016 yılında kötü sürprizler bekliyor.