Bir Millet düşünün ki, İstiklâl Savaşı verip özgürlüğünü, Lozan ile bağımsızlığını, ekonomik ve siyasal devrimlerle tam bağımsızlığını ilan etmiş olsun. Meşrutiyetten cumhuriyete, oradan da demokrasi yolculuğuna yelken açsın.
Yaptığı atılımlarla üretimden eğitime her yolda başarı elde etsin ve tam bağımsızlığının bedeli olarak da Osmanlı’dan kalan borçlarının ağırlıklı bölümünü üstlenip, ödesin. Ve bu başarı öyküsünün üzerinden geçen 92 yıl sonunda, her şeyi satıp savmakla, dıştan borç almış olmakla övünsün.
Milli Kalkınma Projesi ile mucize yaratan ve cep delik, cepken delik başladığı yolculukta 15 sene sonunda dış ticaret fazlası veren bir konuma ulaşan, hızlı ve üretime dayanan büyüme oranları ile refah toplumu yaratan Cumhuriyet’ten, gırtlağımıza kadar borçlandığımız ve o dönem demir kumbaralara biriken paralarla kurduğumuz tüm değerleri ‘babalar gibi satmış’ bir fotoğrafa ulaştık.
Milli Kalınma Projesi, ‘milli banka’ dedi; Merkez Bankası, İş Bankası, Sümerbank, Denizcilik Bankası, Etibank ve Halkbankası’nı kurdu. Ziraat Bankası’nı ihtisas bankası haline dönüştürdü. Geldiğimiz noktada Türk bankacılığından değil, ağırlıklı bölümü yabancıların eline geçmiş Türkiye’deki bankalardan bahsediyoruz.
Cumhuriyet, ‘milli eğitim sistemi’ dedi. Çağdaş eğitim sistemini kurdu; Türk Dil Kurumu, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni, köy enstitülerini hayata geçirdi. Geldiğimiz noktada skandalsız sınav bile yapamayan, eğitim ile öğretimi aynı anda veremeyen bir eğitim sistemi yarattınız.
Milli tasarruf denildi; o tasarruflarla fabrikalar bankalar kuruldu. Geldiğimiz noktada tasarruf açığı olan, üreticisinden vatandaşına herkesin gırtlağına kadar borç içinde olduğu, hane halkının borç içindeki payının yüzde 66’lara ulaştığı, 371 milyar dolar pozisyon açığı olan bir ülke ortaya çıkardınız.
Milli teknoloji denildi; uçak fabrikaları, silah fabrikaları, tekstil atölyeleri, tarım üretimi gibi her alanda çağın gelişmelerine uygun işlere imza atıldı. Yurtdışından ar-ge çalışmaları yapmak üzere öğretim üyeleri getirildi. Sonuç mu?
Milli savunma için: Karabük Demir Çelik Fabrikası, Kırıkkale Silah Fabrikası, Kayseri Uçak Fabrikası yaratıldı. Milli sanayi adına: Nazilli Pamuklu Dokuma Fabrikası, Merinos Yünlü Dokuma Fabrikası, Beykoz Deri Mamulleri Fabrikası, Paşabahçe Cam Fabrikası, Seka Kağıt Fabrikası kuruldu.
Milli tarım denildi: TARİŞ, şeker fabrikaları, devlet üretme çiftlikleri, cumhuriyet köyleri hayatımıza girdi. Yetmedi; üretilenin satılması gerekiyordu. Karadeniz Vapuru ile dünyada ilk fuar gemisi sefere çıktı. Uluslararası İzmir Fuarı devreye sokuldu.
Bunlar sadece yapılanlardan birer örnek. Peki, bunca yıl sonra geldiğimiz noktada, yapılanların ortadan kaldırıldığı, tesislerin satıldığı ya da satılmaya aday olduğu, ekonomik olarak yurtdışına yönelik bağımlılığın yarattığı bağımsızlık sıkıntısının gündeme geldiği bir süreçte değil miyiz?
Adı üzerinde Cumhuriyet; yani halkın sahip olduğu; bir partinin hatta bir adamın değil. Bir başka ülkede halk adına bu kadar büyük halk cinayeti işlenmiş midir; şüpheliyim. Peki bugün geldiğimiz noktada çare ne?
Çare çok basit…. Dünyanın tekrar 1929’lar sürecini yaşadığını ve hızla korumacılığın arttığını düşünürseniz, Milli Kalkınma Projesi’ni tekrar raftan indirip uygulamaya koymalıyız. Elbette güncellenmiş ve dünyayı kapsayan bir bakış açısıyla. Onun da formülü belli. Eğitime ve sanata önem vererek ar-ge’de yol alıp, finans ve teknoloji üzerine revize edilmiş, bu alanlarda bağımsızlığını kazanmış ve üretim modellerini bu sisteme adapte etmiş bir yol haritası hayata geçirmeliyiz.
Dün yaptık; istersek yarın da yaparız. Sadece halkının çıkarlarını, başkalarının çıkarlarının önüne koyacak siyasi bir bakış açısına ihtiyacımız var. Belki bunun için de işe temizlenerek, tam bağımsız olmanın önemli olduğunu hatırlayarak başlamamızda fayda vardır. Ne demişti Atamız? “İktisadi bağımsızlık sağlanmadan, siyasi bağımsızlıktan söz edilemez.”
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.