Gölge oyununda bir bitiş cümlesi vardır: Yıktın perdeyi eyledin viran… Vatan Partisi’nin Yüksekova’daki mitingi ve sonrasında yaşananlar da aslında tam buna karşılık geliyor. Türkiye’de yıllardır dile getirilen ama kabullenilmeyen bir gerçeğe ayna tutan bir buluşmaydı.
İktidar sürekli muhalefeti Ankara’nın doğusuna gidememekle suçluyor; ama orada bırakın miting yapmayı, partilerin normal koşullar altında bile temsilciliklerinin rahat çalışamadığı biliniyordu. Fakat herkes üç maymunu oynuyordu.
Oysa bir ülkede iktidar partisi, diğerlerini Ankara’nın doğusuna gidememekle itham ediyorsa, bu öncelikle kendi ayıbı ve istifa nedenidir. Fakat insanların üzerine öyle bir ölü toprağı serpilmiş olmalı ki bunu dile getiren de, zorlayan da olmadı.
Bu nedenle ısrarla orada gidip seçim çalışması yapılması çok önemliydi; anlamlıydı. Nitekim daha başlangıç aşamasında yaşatılan zorluklar, iktidarın da kimsenin gitmemesi durumundan, çok şikâyetçi olmadığı izlenimini doğuruyordu.
Çünkü Anadolu’nun bir diğer köşesinden hiçbir farkı olmayan vatan toprağında oylar, silah ve ulufenin gölgesinde iki parti arasında paylaşılıyordu.
Vatan Partisi gidip her şeye rağmen orada bir seçim çalışması yaptı; önemliydi. Zira her şey bir yana malûmun ilanı oldu ve görmek isteyene ülke adına ayna tuttu. Yöre halkı adına sahipsiz olunmadığının göstergesiydi.
Daha sonrasında ise orada bir milletvekili adayının istifası gündeme geldi. Çünkü istifanın nedeni şakağa dayanmış silahtı. Sadece bu neden bile, Türkiye’nin çok önemli bir bölümünde seçimlerin sağlıklı yapılmadığının göstergesidir.
Dile getiren bizzat mitingi yapan ve zoraki istifanın gerçekleştiği Vatan Partisi’nin Genel Başkanı Doğu Perinçek oldu. Yani partinin herhangi bir sempatizanı değil. Bu da başlı başına ayna niteliğindeydi.
O zaman akla birkaç soru geliyor. Bir partinin genel başkanı bu açıklamayı yaptıktan sonra herhangi bir soruşturma başlatıldı mı? Ortada bir suç varsa, sorumluları araştırıldı mı?
Yüksek Seçim Kurulu, seçim güvenliğinin temini ile ilgili bir sorgulamaya geçti mi? Normal bir ülkede, İçişleri Bakanı’nın istifası ile sonuçlanacak bir olaydan söz ediyorum. İçişleri’nden ya da iktidardan açıklama bile yok. Varsa; ben mi kaçırdım?
Diğer parti liderleri bu konuda ne kadar duyarlılık gösterdi? Siyasi görüşleriniz çok farklı olabilir. Ama bu yaşanan olay siyaset üstü bir durumdur. Hangi partinin başına gelirse gelsin; Türkiye’nin bir numaralı gündemi olması gerekirdi. Oldu mu? Takdirlerinize bırakıyorum.
Bugün bu konuyu güncel siyaset adına görmezden gelenler bilmeli ki, bu Türkiye’nin yeni sarı öküz hikâyesidir. Sonuçlarının ne olabileceğini anlatabilmek adına, yıllar önce dönemin Kanaltürk operasyonunu hatırlatayım.
Tuncay Özkan ekrandan ‘bizi boğuyorlar’ diye bağırırken, herkes nasıl başını çevirdi ve bugün kaybedilen basın özgürlüğünü konuşuyorsak; siyasetin, belki de ülkenin de başına aynı şey gelecek. Türk siyaseti görüş farkını bir kenara bırakarak, güncel hesaplarını rafa kaldırarak, bu konuyu gündeme taşımalıdır.
Bu konu, klozetten daha önemlidir. Oyların değil, memleketin kaygısını taşıyın. Demokrasi inancı da bunu gerektirir. Aynı görüşte olmasanız bile; bu cesareti alkışlayın; sorunu masaya yatırın; sorumluların peşini bırakmayın ve yaşananların hesabını sorun.
Sorun ki; eli kanlı katil de, bu koşullardan fayda sağlayan siyaset de meydanın boş olmadığını anlasın. Yüksekova’daki benim insanım da, oyunun rengi sorgulanmadan bu ülkenin vatandaşı olduğunu hissetsin.
Bırakın küçük hesapları; hiç olmazsa 18. yüzyılda yaşamış Voltaire’e kulak verin; sene 2015: “Düşüncelerine katılmıyorum; ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” Doğrudan yana tavır koymak bu kadar mı zor? Üstelik kendi düşüncelerini bile, benzer sorunlar nedeniyle savunamazken…