Ekonomi Gazetecileri Derneği olarak Anadolu Buluşmaları kapsamında durağımız Keşan – Enez – İpsala hattıydı. Son derece verimli topraklar, Anadolu’nun birçok noktasında gördüğümüz gibi tarihi zenginlik, buna bağlı turizm potansiyeli, ‘bir şeyler yapmalıyız’ arzusu ve gerçekten ne yapacağını bilmiyor olmanın şaşkınlığıydı göze çarpan.
Aslında en ayağı yere basan projeyi Keşan Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mustafa Helvacıoğlu anlattı. Hamzadere ismi çatısı altında Saros Bölgesi, Keşan, İpsala ve Enez olarak güçbirliğine gidiyor. Bu birliktelik ürün deseninin belirlenmesi halinde yılda 2 ürün alınmasını sağlayacak.
Bu kapsamda gıda organize sanayi bölgesi kurulması hedefleniyor. Yatırım yapmak isteyen herkese de kapılarının açık olduğunun altını çiziyor. Balkanlar bölgeye en yakın pazar ve bundan faydalanmak istiyorlar. Bu doğrultuda esnafa Yunanca dersi dahi verilmeye başlanmış.
Yine bölgenin toplu hareket etmesi halinde turizmin şekillendirilmesi amaçlanıyor. Helvacıoğlu, bu yapının istendiği gibi sonuç vermesi halinde bölgenin yıldızının çok parlak olduğuna dikkat çekiyor. Bu aşamada da kapı komşusu sayılan Yunanistan faktörü devreye giriyor.
Karşılıklı her iki tarafta Türkçe ve Yunanca olarak mönüler bastırılmış bile… Hatta Mustafa Helvacıoğlu’nun şu sözü çok hoştu: “Siyaset umurumuzda bile değil; biz birbirimize yemeğe gidiyoruz.”
Kısacası bölge ziyaretinde ayağı en çok yere basan projeydi Hamzadere… Tarım, ticaret, turizm üçgeni içinde, İpsala, Enez, Keşan’ı entegre eden Saros hamlesi denilebilir. Nitekim pirinç tescillenmiş, kendilerine özgü satır et diye bir ürün çıkarmışlar ve bunu herkese duyurmak istiyorlar.
Fakat daha sonraki ziyaretlerimizde bilinen Osmancık pirincinin aslında İpsala’ya ait olduğunu öğrenmek ve ilgisizlik nedeniyle bu fırsatı kaçırdıkları görmek, proje ümit verse de sonuçları hakkında insanı tereddüde itiyor.
Türkiye’nin bamya ihtiyacının yüzde 33’ünü, pirinç ihtiyacının yüzde 55’ini karşılayan bir bölgenin, pazarlama konusunda bu kadar iptidai kalması hayret verici. Üç günün sonundaki tespitim ise Keşan Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı’nın anlattığı projenin aksine, herkesin gemisini kurtaran kaptan olma eğilimindeki gerçekti.
Ziyaretimizin ikinci gününde gerçekleşen Saros Ekonomi Zirvesi’nde ise Edirne Genç İşadamları Derneği Başkanı Hakan İnci, Edirne Ticaret Borsası Başkanı, TOBB Ticaret Borsaları Konsey Üyesi Özay Öztürk, Saros Körfezi Turizm Otelciler ve Yatırımcılar Derneği Başkanı Mustafa İşçimen’i dinledik.
Tüm konuşmalardan not defterime düşenler ve izlenimler ne diye bakarsam şunlar öne çıkıyordu: Turizmde en büyük açıkları, tesis, personel ve hizmet kalitesi açısından büyük bir açmazla karşı karşıya kalmaları. Çünkü bölge ağırlıklı olarak yazlıkçı turizminin öne çıktığı bir yapıda. Hataları ise turizm denilince Antalya tipi bir hedef peşinde koşmaları…
Oysa doğru bir iş yapmışlar. Dünyanın ilk su altı müzesini yapıyorlar. Devlet desteği olmadan dördüncü aşamaya kadar gelinmiş. Deniz Kuvvetleri’nden bir gemi alınmış, Nusret Mayın Gemisi olarak dizayn edilip, batırılmış. Dalış grupları buraya geliyor.
Eğer bu potansiyeli görmez de deniz, kum, güneşin peşinden koşarsa, bölgenin hiç şansı yok. Çünkü yok ortamda çektikleri fiyatlar, Antalya’da 5 yıldızlı tesise yakın. Bu durumda sezonu 2,5 ay olan yere kimse gelmez; hem de aynı hizmet kalitesi bulamayacağı gerçeği ortadayken.
Enez Belediye Başkanı Abdullah Bostancı’yı da söyledim. Bu çıkmaz yol… Tarih, doğa, spor turizmin öne çıkan başlıkları. Dalış gruplarını bölgeye çeker ve dalış turizmini geliştirirken, hizmet kalitesini arttırırlarsa, her gelen turistin 1000 dolar bırakmasını sağlayabilirler. Aksi tavır, bence boşa kürek çekmek demek.
Fakat önlerinde önemli bir sorun var. 1/25 binlik planları mahkeme aşamasında olduğundan, kimin nereye yatırım yapabileceği, ne ile karşılaşacağı şu an bilinmiyor. Bölgenin bu sıkıntısının bir an önce netleştirilmesine ihtiyaç var.
Ayrıca bölgede insan alt yapısı da büyüme hedefiyle ters orantılı. Verilen bilgi şu: Esnaf normalde 4 bin kişiye hizmet ediyor; sezonda 50 bin kişiyle karşılaşınca ne yapacağını bilemiyor. Sonuç, sınıfta kalıyorsunuz.
Hakan İnci, bu aşamada ilkokuldan başlayarak genel bir turizm eğitiminin verilmesini istiyor. Çünkü bir tarafta tarihi Ayasofya Kilisesi ya da diğer adıyla Fatih Camii’nin duvarlarına sprey boya ile aşkını ilan edenler var, diğer tarafta turistin matematik bilmediğini zannedip, günlük kazanç peşinde koşanlar…
İpsala’ya bakarsanız tam bir çeltik cenneti… Zaten Türkiye üretiminde de hak ettiği üretim payını almış; katma değeri Osmancık’a kaptırmış. Nispeten iyi para kazanıyorlar, ama entegre olmayı düşünmüyorlar. Yani sadece üretip, satıyorlar.
Tüm bunların toplamında da ne zaman reklam yapıp, pazarlama yapmaya kalksalar, eksiklikler giderilmediği için, daha büyük zararla karşılaşıyorlar. Müthiş bir tarihi var, ama müzesi yok. Karayolu taşımacılığının Avrupa’ya açılan kapısı, ama gümrük işlemlerinde tüm kazancı İstanbul’a kaptırıyorlar.
Çeltik tarlalarını önemsiyorlar, ama arıtma konusunda ne kadar sonuç aldıkları şüpheli. Sadece Edirne Ticaret Borsası Başkanı Özay Öztürk’ün verdiği bilgi kritik. Hamzadere Barajı tamamlanınca, bölge Türkiye’nin en büyük sulama alanı olacak. Bunun da yeni ürünleri gündeme getireceğini, bağlantılı sanayinin de gelişeceğini düşünüyorlar.
Saros Bölgesi’nde kritik bir iki dikkat çekici başlık daha var. Bunlardan birincisi sucul kaynakları koruyamadıkları gerçeği… Bandırma ve Karadeniz’den gelen, en ufağı 30- 35 metre olan110 tekne, trol ve gırgırla körfezdeki balığı yok ediyor. Oysa 10 metreden fazla büyük teknelerin avlanmaması gerekiyor. Önlem yok ve balık türleri yok olmaya koşuyor.
Enez’de kimsenin sahip çıkmadığı bir liman var. Doğru kurgulansa, KKTC Girne’deki marinadan çok daha büyük hacim yakalar; ama tüm kimsesizliğiyle ortada duruyor. Yine dikkat çeken bir diğer başlık, İpsala Belediye Başkanı Mehmet Kerman’ın laf arasında bahsettiği çim saha üretimi…
Stadyumlar için İstanbul’dan bir firma geliyor ve çim üretip, yurtiçi ve yurtdışına satıyor. Milyon dolarların söz konusu olabileceği bir alandan ve katma değer yakalanması muhtemel bir iş kolundan bahsediliyor; ama yeterince önemsendiğini görmek güç.
Önemli konulardan biri de İpsala Sınır Kapısı… 15 kilometreye varan tır kuyruklarıyla, burada yaşanan çile, rezalet tahammül edilecek cinsten değil. Devletin bir an önce bu konuya el atıp, bu sıkıntıya son vermesi şart.
Biz AB zorluk çıkarıyor diye düşünürken, tır şoförlerinin, işlemlerin bizim kapıda ağır yapıldığına dikkat çekmesi ise çözüme muhtaç bir durum olduğunu gösteriyor.
Hepsi bir yana, insanlar burada bir şeyler yapmak gerektiğinin farkında. Sorun ise gerçekten ne yapmak istediklerini bilmiyor olmaları. Devlet mi? İstanbul’dan ekonomi basını geliyor vali ortada yok. Vekâleten, Edirne Ticaret Müdürü olan Mahmut Altun’u yolluyor. Altun da bölgeye ilişkin konuyu şu başlıklarla aktarıyor:
Olumlu yönleri; doğal güzellik, körfez, geniş sahil şeridi, İstanbul’a en yakın Ege Denizi, tarihi eserleri, milli parkları, verimli toprakları ve alternatif turizm imkânı. Olumsuz yönleri; altyapı eksikliği, havaalanı olmaması, karayolu, kalifiye eleman, konaklama tesisi ve restoran yetersizliği.
Önlerindeki riskler; bilinçsiz yapılaşma, korunamayan tarihi eserler, verimli çalışmayan arıtma. Önlerindeki fırsatlar; artan tanınırlılık, yatırımcı ilgisi, sağlık ve alternatif turizm ve gıda organize sanayi bölgesi.
Saros Ekonomi Zirvesi olumlu ve olumsuz yanlarıyla çok ilginç bir ziyaretti. Tüm ziyaretten akılda kalan ise, Anadolu’nun hangi iline ya da bölgesine gidersek gidelim, ayrılırken kendimize sorduğumuz soruda gizliydi: Bu kadar zenginlik içinde, nasıl bu kadar fakirlik çekiyoruz?