O Meclis var ya; hani 23 Nisan 1920 yılında kurulan; işte o günden bu yana tam 95 yıl geçti. Tahta sıralarda, memleketin kurtuluşu için ülkenin dört bir yanından gelen adam gibi adamların, İstiklâl mücadelesini verdiği yapı…
Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, her şeyin tartışıldığı, konuşulduğu, bir kurtuluş savaşının önce cephede, sonra yurt genelinde ekonomiden eğitime bilim ve akıl temelli yapıldığı o Meclis… Yokluk içinde, mebusların cebine tek kuruş koymadan, gecesini gündüzüne kattığı o kutsal mabet.
Dünyada diktatörlüklerin öne çıktığı bir konjonktürde, halkla birlikte bir gelecek yaratan o Meclis… Tam 95 yıl önceydi. Ülkede okuma yazma oranı yüzde 5’leri bulmamışken, doğruya sahip çıkan ve bize bugünleri armağan eden o Meclis…
Ulusal egemenliğini hiçbir şekilde tartışmaya açmayan, bu konuda Osmanlı’dan kalan borçların yarısını üstlenerek, cephede kazandığı özgürlüğünü masada da satın alan o Millet’in evlatları… Farklı görüşteydiler, ama kararları hep bağımsızlıktan yana oldu.
Ne kimseye el açtılar; ne ihale peşinde koştular; ne demir kumbaralardan birikenleri ceplerine atmaya kalktılar. 15 yıl içerisinde cepte tek kuruş olmadan çıktıkları yolda, dış ticaret fazlası veren, dört bir yan fabrikalarla, tarım atılımlarıyla, eğitilmiş insanlarıyla, borcunu ödeyerek büyük bir zafere imza atan o Meclis…
Aradan geçen 95 yıl bugünkü siyasetçilere hiç mi bazı konuları sorgulatmıyor? Tahta sıralarda değil, ceylan derisi kaplı koltuklarda oturtuyoruz onları… Ceplerine ülkenin şartlarının çok üzerinde para koyuyoruz. Altlarında makam araçları, emirlerinde personel, erkenden emeklilik ve kıyak maaş zamları…
Peki, karşılığında ne alıyoruz? Bugün her doğan çocuğun 8 bin dolar borçla hayata ‘merhaba’ dediği, ülkenin bütünlüğünün tartışma noktasına geldiği, özelleştirme adı altında imtiyazların dağıtıldığı, vatan topraklarının hunharca satıldığı, el kapısında borç dilenen, 220 milyar dolar borç ödemek ve cari açığını finanse etmek için para bulamayan, üretemeyen, tüketen bir ülke.
Bugünkü Meclis’e bakarsanız, ulusal egemenlik modası geçmiş bir kavram, çocuk sayıdan ibaret ucuz köle misali iş gücü, eğitim kemikleri kırılmış bir yapı, emrine amade güvenlik güçleri tarafından susturulan bir halk, tepeden bir bakış ve yumruk yumruğa içeriğini bilmedikleri yasa tasarıları için kavga eden adamlar.
Hiç mi utanmıyorsunuz? 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın neresindesiniz? Milli bayramların bile alerji olarak muamele gördüğü bir ülkenin topraklarında, halkına sırtını dönmüş, halk adına halkı istismar eden, sonra da kapısının önünden geçmeyen bir Meclis.
Şimdi 7 Haziran seçimlerine gidiyoruz. Herkes yeni Meclis’in yeni kadroları için yarışacak. Peki, ne değişecek? Siyasetin vatandaşın midesini bulandıran bir hal aldığı 21 Yüzyıl Türkiye’si utanç tablosunun mimarları…
Oy mu istiyorsunuz? Onun için mi bol keseden atıyorsunuz? Bu Millet biliyor ki 8 Haziran sabahı yine kendisini unutacaksınız. 23 Nisan’ı bayram mı etmek istiyorsunuz? O günleri anlayın ve biraz vicdanınız kaldıysa; utanın. Çünkü biz, iki elin parmaklarını geçmeyecek kişi istisna olmak üzere, sizlere baktığımızda içimiz kan ağlıyor. Bayram günü bile…