Türkiye’de uygulanan tüketim ekonomisiyle, geliri oynanmış enflasyonla düşürülen, harcaması da kredi ile temin edilen vatandaşın borç batağında olduğu biliniyor. Raporlar son 10 yılda tüketicinin borcunun 52 kat arttığını ortaya koyuyor.
Özellikle bunların içinde taşıt ve konut kredilerine baktığınızda, işin bilhassa analiz edilmesi gerekiyor. İnsanlara borçlanması tavsiyesiyle yıllarca pompalanan haberlerle, otomobil ve ev sahibi olduğunu zanneden vatandaş, borcunu bitirmeden, bu mülklerin kendisine ait olmadığının farkında değil.
Ama taşıta özel mercek tutarsak, bana 2001’de depolama maliyeti daha fazla tuttuğu için el konulmayan ve yollarda gezen hacizli araçlar manzarasını hatırlatıyor. İş burada da bitmiyor. Herkesi otomobillendiren bu zihniyet, trafik problemini arttırırken, yollarda da ithal edilen yakıtla harcanan milyon dolarların israf edilmesine neden oluyor.
Arvento isimli kuruluşun ‘Türkiye trafiğine bakış’ başlıklı bir raporu yayınlandı. Bu rapora göre İstanbul’da trafikte bekleyerek günde 2 milyon 271 bin TL’yi çöpe atıyoruz. Bunun yıllık maliyeti 828 milyon 915 bin TL ya da bir başka deyişle yaklaşık 345 milyon dolar eder.
İthal ettiğiniz bir araçla, borçlanarak bunu edinen tüketicinin, yine ithal edilen akaryakıtla durduk yere 345 milyon doları havaya atmasını izleyecek kadar zengin miyiz? Yurtdışı varlıkları ile, yükümlülükleri arasındaki döviz pozisyon açığı 2014 sonu itibariyle 431 milyar doları bulmuş bir ülkeden bahsediyoruz.
81 ilin 77 tanesinin borçlu olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Tasarruf açığı çığ gibi büyüyen, üretmeden tüketmesi bir ekonomi politikası olarak kabul görmüş bu sınırlar içinde, borç batağına batmış bir ülkenin, Ankara’nın göbeğinde gecekondu bir saraya resmi açıklamalara göre 1 milyar 370 milyon TL, uzmanların hesaplamalarına göre 5 milyar TL, yani yaklaşık 2,5 milyar dolar harcamasını nasıl açıklayacağız?
Çözüm toplu ulaşım diyoruz; bir tarafta normal maliyetinin kat be kat fazlasına yapılan metrolar, çöpe atılan metrobüs bedelleri, kamu bankalarını zorlayarak kredilendirilen yollar, köprüler ortada ise neyi konuşuyoruz?
Bu ülkenin çözüm diye sunulan projeleri bile kaynak israfına yol açıyorsa, harcanacak para, elde edilecek geliri bile karşılamaktan uzaksa, bu denli plansız programsız bir yapıda ülkenin refaha çıkması mümkün mü?
Ekonomik kalkınma ancak planlanarak sağlanabilir. Bu kadar başıboş, günlük düşünen, fayda / maliyet hesabı yapılmayan bir ülkede, bu işin sonunu neden kimse düşünmüyor? Birilerinin verdiği borcu geri istemeyeceğine mi inanıyorsunuz?
Ne olur artık uyanın. Bu işin sonuna geldik ve hırsı, ihtirası kontrol edilemez bir iktidarın bizi hızla uçuruma sürüklemesini izliyoruz. Ne zaman kendimize geleceğiz? Araç duvara çarpınca mı? Sadece trafikte durarak bile 345 milyon doları havaya atacak, yalıtımsız binalarla kullandığımız yakıtın yüzde 70’i ile sokağı ısıtacak kadar zengin miyiz?
Gerçeğimizle yüzleşme ve bunu ekonomi diye yutturanlarla hesaplaşma zamanı gelmedi mi?