Türkiye’nin para ile imtihanının en zorlu etabına geldik. Bir tarafta içte ve dıştaki faizler sonrası kurlarda beklenen gelişme, öte tarafta nakit para ihtiyacı… Sokağın büyük resminde insanlar işveren de olsa, çalışan da olsa geçim derdinde, plazalarda bir grup kişi de adına yatırım dedikleri para oyununun gölgesinde…
Fakat değişmeyen bir gerçek var ki; iliklerine kadar kumar ekonomisine batırılmış bir ülke, finansın daraldığı dışarıdaki her türlü gelişmenin direkt muhatabı… İşte bu nedenle bir grup finansçı halen halı altında kir süpürmeye, beklenti yönetmeye çalışıyor.
Hakkını yemeyelim… Bu uzmanlık alanının onurluca hakkını veren, doğruları söyleyen isimleri de var. Fakat ne yazık ki iki elin parmaklarını geçmiyor. Geneli her gün boşa çıkacağı, gün gibi aşikâr beklentileri ortaya atıp, sakız gibi çiğniyorlar.
Şimdi paranın akışının ABD’den kesileceğine kanaat getirince, içeride sıkışan paralarını ya da müşterilerinin yatırımlarını riski satıp kaçırmanın yolunu arıyorlar. Sağolsun ekonomi bilimini küçümseyen ekonomi kurmaylarımız da ekmeklerine yağ sürüyorlar.
Artık bütün beklentiler tükendi. Fakat her gün ısrarla yeni bir hikâye yazmaktan bıkmadılar. Son öykü Avrupa Merkez Bankası’nın parasal genişlemeye yönelik yapacağı açıklama… Şu an ekranlarda, köşelerde sakız gibi çiğneniyor.
22 Ocak tarihine gerçekleşecek Yönetim Konseyi Toplantısı’ndan ne karar çıkacak? Şimdi meselenin birkaç boyutunu tekrar hatırlatalım. Ne karar çıkarsa çıksın; ne rakam zikredilirse zikredilsin parasal bolluğun olduğunu dönem bitti. Üstelik Avrupa, bu konuda ABD’den daha muhafazakârdır.
Beklenen 550 milyar avroluk bir ekonomik program. Üstünü de açıklama ihtimalleri var. Yani Türkçesi, AMB risk satın alsın isteniyor… Herkes de Draghi’nin ne diyeceğine bakıyor. Oysa yine herkes biliyor ki, AB sınırları içinde bu konuda Almanya’nın ‘olur’ vermediği her açıklama çöptür. Ama bunu küçük yatırımcının bilmesi gerekmiyor; onlar bilsin yeter.
Almanya’nın ne yanıt vereceğini, eski performanslardan okumaya çalışırsak, bu beklentinin iyimserliği uzun sürmez. Bu durumda da bizim ihracatımızdan turizmimize, bankacılığın sendikasyonundan fon hareketlerine kadar birçok olumsuzluk yaşarız.
Ama diyelim ki Almanya da gemileri yakıp, bir çılgınlık yaptı ve ‘olur’ dedi. İşte o zaman da söylendiğinin aksine durum bizim için parlak değil. Öyle bir para en kırılgan ülke ilan edilen Türkiye’ye gelmez. Bu bir sorun.
Fakat gelirse daha büyük sorun… İyimserlik yönetimi şirazesinden çıkmış durumda. Hatta Goldman Sachs uzmanlarının bir tezi daha da korkutucu. Gerçekleşir mi bilinmez ama öngörüleri dolar ile avronun yılsonunda neredeyse eşitleneceği yönündü.
Bu iki para biriminin arasındaki mesele… Peki ya biz? Düşünsenize dolar TL karşısında fırlamış, avro yerlerde sürünüyor. Gideri dolar, geliri avro olan da sanayiciniz var. Hadi hesap edin kaç fabrika kapıya kilit vurur?
Sözün özü şu: Meseleyi doğru tartışıp; başlıkları doğru koyalım. Birincisi Draghi’nin ne söylediğinin, Avrupa Merkez Bankası’nın ne karar aldığının zerre kadar önemi yok. Almanya’nın ne dediği önemli…
İkincisi Almanya evet dese bile sonuç ne olursa olsun parasal genişleme devri bitmiştir. Türkiye’ye sanıldığı gibi bir para gelmeyecek. Aynen Rusya meselesinde olduğu gibi yeni bir hayal kırıklığı kapıda…
Üçüncüsü bu paranın gelmesi de, ihracatçımızın finansal yapısı nedeniyle bizim için ayrı bir felaket senaryosu… Dördüncüsü yıllarca kumar ekonomisine mahkûm yaşar; bunu da Millet’e ekonomi diye yutturursanız; böyle bugün ne yapacağınızı bilemezsiniz.
Beşincisi finans piyasalarında oyuncu olanların ne dediğine bakmayın. Onlar sizi değil; müşterilerinin çıkarlarını gözetmekle yükümlü. Altıncı ve sonuncusu da ekonomiyi okumak için, olmadığınız bir alanda, olmayan paranızla, kimin ne yaptığını takip etmeyin. Sizin ekonominiz cebinizde ve nüfusun genelinin cebi alarm veriyor.
Çıkarın formalarınızı; gerçekle yüzleşin. Gerçeği kabul edelim ki, sıra gerçekten faturayı üstlenip; çözüm konuşmaya gelsin.