Reel piyasaların bugün en büyük sorunu haline gelen tahsilât problemi, çek yasasındaki hapis cezasının kaldırılmasıyla birlikte daha da içinde çıkılmaz noktaya geldi. Şüphesiz işlerin bozulmasından dolayı bu konuda kötü niyet olmadan mağdur duruma düşenler olduğu kadar, istismar edenler de var.
Elbette çek, bir nakit ödeme aracıdır. Ama Türkiye’de kullanılış biçimine bakıldığında vadeli mal satış aracı olarak işlem görüyor. Ne yazık ki piyasaların daralmasıyla birlikte de karşılıksız çek sayısı, rakamlara yansımayacak bir biçimde, piyasanın kendi içindeki değiş tokuşlarıyla tavan yapıyor.
Bu işi piyasanın insafına bırakır ve kişilerin inisiyatifi ölçüsünde çek sistemine izin verirseniz, gelinen nokta ortada. Geçtiğimiz günlerde, yayınlanan bir araştırmayı paylaşmıştım. Yıllık 400 milyar TL, yani yıllık 200 milyar dolarlık çek işlem görüyor. 2014 senesi itibariyle karşılıksız oranının da değer bazında 16 milyar TL’ye, yani 8 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Temmuz 2014 itibariyle rakam 11 milyar TL.
Bu konuyla ilgili konuştuğum esnaf, hep aynı dertten muzdarip. Ama içlerinden bir esnafın tespiti, sorunun tarifi ve çözümü çok akılcıydı. Bu nedenle köşemde bunu paylaşmak istiyorum. Daha önce Adnan Kahveci’nin eski Bakan Danışmanı Erdoğan Kutlu’nun da ayrıntılı bir biçimde sunduğu öneriyi, bir esnaftan dinleyince açıkçası etkilendim.
Görüşlerini benimle paylaşan esnaf, Tacettin Salihoğlu… Bakın ne diyor? “Gerçek muhatapları masaya yatırıyor muyuz? İşte ben bundan emin değilim. Bir çek yazılıyor; bankaya gidiyorsunuz bin küsür lirasını karşılıyor. Böyle teminat mı olur? Çeki eline alan adamın üzerine 10 bin ya da 100 bin TL yazması vicdanına kalmış.
Banka müşterisini iyi tanıyacak ki, ben de güven duyabileyim. Diyelim ki banka işin içinde yok. Bir kişi geldi size ve boş beyaz bir kâğıdın üzerine rakam yazıp, mal istedi. Kaç kişi verir? Kimse vermeyeceğine göre, buradaki güvenceyi doğru okumak lazım. Beyaz kâğıda bir bankanın logosu konulmuşsa, banka referans vermiş, kefil olmuş demektir. Ama ödenmeyince ‘biz karışmayız, hukuka gidin’ diyorlar.
Çek yapraklarında da, çek karnesinde de limit uygulamasına geçilmeli. Pos cihazından yapılan alışverişte ben rahatım. Paramı anlaşmama bağlı olarak hemen ya da 40 gün sonra alıyorum. Bankaya ödemiş, ödememiş beni ilgilendirmiyor. Ama banka önlemini alıyor. Çekte de benzer bir sisteme geçilmeli.
O beyaz kâğıdın üzerine logonu koyuyorsan, kişi benim değil, senin müşterindir. Bu nedenle çekin tamamından sorumluluk bankaya getirilmelidir. Karşılığında da teminatını alıp, güven ölçüsünde kişiye özel limitli çek versin.
Örneğin 200 bin TL teminat veren kişiye, 20 yapraklı çek verir; üzerine de maksimum yaprak başı 10 bin TL dersiniz ve tamamından sorumlu olursunuz. Çözüm bu kadar kolay. Bankalar işini yapmıyor.”
Bence son derece akılcı bir yöntem… Elbette ülkeyi yönetenler ‘faiz lobisi’ gibi hiçbir geçerliliği olmayan hamasi sözleri bir kenara bırakıp, banka vesayetini aşarak gerçekten çözüm peşindeyseler.
Peki siyasiler bu konuda gerekenleri yapmazsa ne olacak? Esnaf Salihoğlu’nun bu konudaki önerisi de çok hoşuma gitti. Onu da paylaşarak bugünkü köşemi neredeyse tamamen kendisinin çözümüne ayırmak istiyorum:
“Aynı bankalardan elinde karşılıksız çek bulunan esnafın bir araya gelerek toplu dava açması gerekir. BDDK aracılığıyla bu yapılabilir. Gerekçe de belli: Bu adamı bana sen getirdin; sen referans oldun. Banka güvendiği kadar kredi verecek. Kredi kartında niye limit var? Peki çekte niye yok?”
Sizin derdiniz sorun mu çözmek, siyaset mi yapmak? Derdiniz çözüm ise ve yüreğiniz de varsa; alın size öneri, uygulayın. Bakın çözüm kıymeti kendinden menkul, çokbilmişlerden değil; eli taşın altında olanlardan çıkıyor. Zaten bugüne kadar danıştıklarınız yerine, milleti dinleseydiniz, bu hale gelmezdik.