Amerika’dan gelen son veriler ve FED kararı… Başbakan, Merkez Başkanı Başçı’ya yüklendi… Dolar yeniden tırmanışa geçti. Serbest piyasada dolar… Enflasyon verileri beklentilerin üzerinde gelince… Başbakan Yardımcısı Babacan 220 milyar dolara ihtiyacımız olduğunu…
Bu ve bunun gibi haberleri iletişim organlarından her gün duyuyorsunuz. Kimileri bu göstergelerin bağıra çağıra kriz demek olduğunu biliyor; kimileri ise sorunu bırakmış lobi arıyor.
Ama herkesin, temenni etmemekle birlikte ortak sorusu şu: Kriz ne zaman gelecek? Çünkü kabul eden de, etmeyen de işlerin çok yolunda gitmediğinin farkında. Siyasiler ne derse desin, halk kendi yaşamından bunun sağlamasını yapabiliyor; siyasi angajmanı gereği dile getiremese bile…
Peki gerçekten kriz ne zaman gelecek? Bu sorunun yanıtı ortaya koymak yeterli değil. Zira aslında ‘kriz’ algısıyla ilgili bir problem var. Çoğu insan bir patlama bekliyor. Nitekim 1994, 1998, 2001, 2008 ve daha nicelerinde bu patlamayı yaşadık.
Oysa adı üzerinde bu bir patlama… Krizler bir gecede gelmez ve meseleyi böyle okumak kurtuluş reçetesi de çıkarmaz. O zaman Anayasa kitapçığı atıldı diye kriz çıktı zannedersiniz. Aklını kaybedenler kriz patlayacak diye bekler, buna sebep olan diğer aklını yitirenler de patlama olmasın diye uğraşır.
Kriz bir süreçtir ve bugün itibariyle Türkiye’de büyük bir kriz yaşanmaktadır. Eğer bu ülkede vatandaş borcunu ödeyemiyorsa, 337 milyar TL’ye dayanan vatandaş borcu varsa, insanlar alacağını tahsil edemiyorsa, iş bulamıyorsa, istihdam kapısı işletmeler bir bir yok oluyor ya da gizli iflas içerisine düşüyor veya iflas mahkemesine başvuruyorsa; kriz zaten yaşanıyor demektir.
Eğer bu ülkede her sene geliriniz gideriniz karşısında eriyorsa, borçlar ancak yeni borçlarla çevrilebiliyorsa, dünyanın en ahlâksız vergisi olan dolaylı vergi yüzde 69 ile AB ortalamasının üç katına çıkıyorsa ve gelir farkı gözetmiyorsa; kriz yaşanıyor demektir.
İhracatçı firmalarınız her geçen gün eriyorsa, ihracat pazarlarınızın hepsi tek tek yok oluyorsa, emir bekleyen icra dosyası sayısı 17 milyonu aşıyorsa, boşanmalardaki temel sebep ekonomik olarak öne çıkıyorsa, üçüncü sayfa haberleri manşetten giriyorsa kriz yaşanıyor demektir.
Ülkenin varlıkları tek tek satılıyor; imtiyaz dağıtımı yapılıyor, karşılığında da ihtiyaç olan zararın bir miktarı, hatta faizi karşılanıyorsa; bu ülkede kriz yaşanıyor demektir. Kısacası Türkiye sayıları 5 bini geçmeyen, beklenti yöneten finans aktörlerinin ve onlara muhtaç hale gelen siyasilerin söylemlerinin tersine iliklerine kadar kriz içindedir.
Kimilerinin patlaması adına zaman sorguladığı, kimilerinin de patlamasın diye varı yoğu dağıttığı kriz anı zaten yolun bittiği yer, balonun patladığı noktadır. O saatten sonra ancak yıkılan binanın molozlarını kaldırmaya uğraşırsınız.
Yani binanız depreme dayanıklı değilse, depremin ne zaman olacağı sadece neticeyi ve kaybedilen can/ mal kaybı oranını değiştirir. Oysa deprem olmadan da risk altındasınızdır ve bina yıkılabilir. Ama eğer parasızlık nedeniyle binaya müdahale edemiyorsanız; o ülkede kriz yaşanıyor demektir.
Türkiye’nin mutlaka kriz ve kriz yönetimi algısını değiştirmesi gerekiyor. Kriz ne zaman gelecek sorusunun yanıtına dönersek; o patlama yaşanacak. Farkında olmanız gereken şey şu an krizin tam göbeğinde olduğunuzdur. Patlama ve yıkımdan sonra eğer satmadığınız iş makineniz varsa, yani üretim yapan firmalarınız ve işgücünüz kaldıysa molozu toplayan çıkar.
Ama ortaya çıkan fatura sadece patlamanın ağırlığını ve ölü sayısını ölçmeye yarar. Her şey bitmiştir. Sonraki süreç sadece faturanın ödenme halidir ve ağır sonuçlara neden olur. Evet; Türkiye bir krizin tam ortasında ve en acısı çok büyük bir kesim, yaşadığı hayata tezat olarak, kriz yaşanmıyormuş gibi davranıyor.
Tüm bunlara rağmen yine de sorunun yanıtını merak ediyorsanız; merak etmeyin bu performansla o patlamanın gerçekleşmesi çok uzun sürmeyecek gibi gözüküyor. Ne diyor Mehmet Akif umut yüklü dizesiyle İstiklâl Marşı’nda? “Kim bilir; belki yarın, belki yarından da yakın.” O zamanın umudunun, bu zamanın kaosunu ifade eder hale dönmesi ne acı…