Ekonomik belirsizliğin arttığı dönemlerde yazılanlara, çizilenlere ve söylenenlere özen göstermekte yarar var.
Kamu borcuna milli gelire oranla bakmayı kanıksadık. Ekonomi kitaplarında, bilimsel makalelerde, ekonomi basınında hep böyle ele alınıyor. Euro bölgesine geçmek için bile borcun milli gelire oranına ilişkin bir üst sınır var. Gerçi bu sınırın şimdi hiçbir anlamı kalmadı. Neyse bunun önemi yok bu yazı açısından.
Eşiklerin anlamsızlığı
Tanınmış ekonomist Shiller’in geçen gün bir yazısı çıktı (www.project-syndicate.org). Borcun bir stok değişken (havuzda biriken suyun miktarı gibi), oysa milli gelirin bir akım değişken (havuza belli bir zaman biriminde akan su) olduğuna dikkat çekiyor. Farklı bir ifadeyle, borcu (yıllık) milli gelire böldüğünüzde, lira cinsinden bir değişkeni, lira/yıl cinsinden bir değişkene bölmüş oluyorsunuz. Zamanı, yıl olarak değil de mesela bir çeyrek yıl olarak alırsanız, bu oranı hesaplananın dört katı ya da on yıl olarak alırsanız, hesaplananın onda biri olarak bulursunuz.
Yazarın dikkat çektiği, borcun yüksek
Ya da düşük olması yargısının nesnel olmadığı ve bazı eşik değerlerin anlamsızlığı. Borcun çok yüksek olduğuna dair ortalıkta çok sayıda tevatür dolaşmaya başlayınca, giderek herkes borcun yüksek olduğunu düşünmeye başlıyor. Bu durumda borçlanma faizi artıyor; borç daha da yükseliyor. Ortalıktaki raporlar ve de yorumlar bu kadar karamsar olmasa durum belki de böyle olmayacak.
Çoklu denge modeli
Shiller’in Yunanistan’ın durumundan yola çıkarak kaleme aldığı bu yazı, 2001 krizinden sonra Merkez Bankası’nda (MB) yaşadıklarımızı hatırlattı bana. MB’nin o zamanki duyuruları benzer uyarılarla doludur. 27 Ağustos 2001 tarihli duyurudan bir alıntı: “Olumsuz iktisadi bekleyişler, sadece döviz kurlarındaki hareketlerin iktisadi temellerden uzaklaşmasına ve giderek köpük niteliğine bürünmesine yol açmakla kalmamaktadır. Aynı zamanda, algılanan riskler arttığından faiz oranları da yükselmektedir. Bu süreç içerisinde iç borç stokunun ne kadar çevrilebilir olduğu sorusu da hep gündemde kalmaktadır.” MB, o tarihteki ‘yüksek faiz-yüksek döviz kuru’ ilişkisine dikkat çekiyor. Bunun arkasındaki temel neden olarak olumsuz iktisadi bekleyişlere ve bu bekleyişlerin kaynağı olarak da iç borç stokunun çevrilebilirliğine vurgu yapıyor. ‘Çevrilebilirlik’ten kasıt, yüksek kamu borcunun vadesi gelen kısmının yeniden borçlanarak ödenip ödenemeyeceği. Meraklı okuyucular, özellikle Temmuz 2001–Aralık 2001 dönemindeki MB duyurularında çok sayıda böyle uyarı -yakınma da diyebilirsiniz- bulacaktır.
İktisat yazınında, Shiller’in sözünü ettiği dinamikleri içeren gelişmiş çok sayıda model var. Ekonomik temellerde (mesela bütçe açığı, cari açık, enflasyon…) hiçbir değişiklik olmasa bile, belirsizliklerin hüküm sürdüğü bir ortamda “Korkmayın, her şey yolunda” şeklinde birkaç demeç bile, bazı kırılganlıklara sahip ülkelerde, “Böyle demeçler verildiğine göre ortada bir şeyler var herhalde” algılaması doğurabilir. Bu durumda ekonomik birimler hızlı biçimde o ülkenin mali varlıklarını satıp dövize yönelebilirler: Kur ve faiz artar. Bu ülke kamu borcunun yüksek olduğu, ama düşürmek için doğru adımların atıldığı bir ülke olsa bile, bu algılamalar karşısında naçar kalabilir.
İktisatçılar bu tür modellere ‘çoklu denge’ modelleri diyorlar. Bir iyi denge var: Düşük faiz, düşük borç ve yüksek büyüme hızı. Bir de kötüsü: Yüksek faiz, yüksek borç ve düşük büyüme hızı. Siz biri hüküm sürüyor sanırken öteki pusuda bekliyor. İyi dengedeyken, ekonomik temellerde hiçbir değişiklik olmamasına karşın, tetikleyici unsurların ekonomik birimlerin psikolojisini aniden değiştirmeleri nedeniyle kendinizi kötü dengede bulabiliyorsunuz.
Çoklu dengeyi anlatırken kullandığım kamu borcu sorunu Türkiye’de yok. Bu yokluk, kıssadan hisse çıkarmaya engel olmamalı: Özellikle ekonomik belirsizliğin arttığı dönemlerde yazılanlara, çizilenlere ve söylenenlere özen göstermekte yarar var.