Amerikan Merkez Bankası Başkanı Bernanke’nin önümüzdeki sürece ilişkin parasal genişleme politikasını azaltacaklarına dair açıklaması hepinizin malûmu. Bundan sonra dünya piyasalarında ve bilhasssa Türkiye’deki dolar hareketliliği de gözler önünde.
Bunu müteakip Avrupa Merkez Bankası Başkanı Draghi de bir açıklamada bulundu. Draghi açıklamasında genişleme politikalarının süreceğinin altını çizdi. Buradan Avrupa ve ABD ekonomilerinin kriz ya da soygun sonrası süreçte aldıkları noktanın mukayesesini yapmak mümkün.
Fakat bizler için daha kritik bir nokta var. Ne yazık ki her iki açıklamada Türkiye’de finans piyasalarına etkileri açısından tartışılıyor; ama daha temelde reel sektöre bunun nasıl yansıyacağı konuşulmuyor.
İşin kumar ekonomisi tarafını bir kenara atarsak, konuyu biraz açmakta fayda var. Türkiye son yıllarda benim de yürekten desteklediğimiz alternatif pazar uygulamalarıyla, ihracat alanını çeşitlendirme çalışmalarını yaptı. Fakat işin hamasetini bir kenara bırakıp gerçeğe bakarsak önümüzdeki fotoğraf şu:
Süreçte bazı eklemeler ve yürütülen ilişkiler olsa da, ihracatçı açısından henüz Avrupa ana pazar olma özelliğini yitirmedi. Yani üreticinin nabzını tutarken, Avrupa temelli bazı gelişmeleri herkesten daha fazla dikkate almak zorundayız.
İhracatçımızın finansman yönetimine baktığınızda da giderlerinin TL ve dolar bazında, gelirlerinin de Avro bazında olduğunu görüyoruz. İşte iki merkez arasındaki ayrışma bu noktada bizim için kritik önem taşıyor.
ABD’de sıkılaşan dolar politikası, önümüzdeki süreçte azalmaya paralel bu paranın değerini nisbi oranda artıracağını, AB’deki genişleme yanlısı eğilimin de Avro’nun bolluğa paralel değerini düşüreceğini gösteriyor.
İşte tam bu aşamada geliri Avro, gideri Dolar olan ihracatçı için bugünden bir önlem alınmalıdır. Uzun yıllardır kâr marjları azalan ve alternatifler içinde komşu pazarlara ulaşımda da kayıplara uğrayan ihracatçı, 150 milyar dolar pozisyon açığıyla krize girebilir.
Merkezler arasındaki ayrışma fikir bazından fiiliyata dönmeden Türkiye’de genelde iktidar, özelde de ihracatçı önlem almalıdır. Aksi takdirde bizi çok daha zor bir sürecin beklediği açık.
İç piyasada da durum farklı değil. Sadece içe çalışanların giderleri TL ve nispeten dolar bazında artarken, girdi maliyetlerindeki artışı TL fiyatlarına yansıtamayacağı ve ucuzlayan Avro ile birlikte, Çin başta olmak üzere Uzakdoğu menşeili Avrupa malları daha çok iç pazarımızda hayat bulacağından benzer sıkıntı burada da olacak.
Üretici bu eğilimler tam anlamıyla hayat bulmadan pozisyon açığını kapatmanın ve gider / gelir dengesizliğini ortadan kaldırmanın yollarını aramalıdır. Ekonomi yönetimi ise desteklerini bu dönüşüme yönelik belirlemelidir. Aksi takdirde zaten zor ayakta duran KOBİ’lerimiz başta olmak üzere, önümüzdeki süreç birçok fabrikanın kapısına kilit vurduğu bir fotoğrafı önümüze koyabilir. Aman dikkat…