Türkiye’ye ilgi gösteren küresel dev şirketlerin pazarlama birimleridir. Devler için iç pazarı nedeniyle ilginçtir.
Seçim bitti. Milli irade ortaya çıktı. Bugünlerde hep birlikte milli iradenin ne dediğini deşifre etmeye çalışıyoruz. Seçilenlerin yemin edenleri de, etmeyenleri de esasen kendi amaç setlerine uygun doğru siyaset yapıyorlar. O tarafta ben bir karışıklık görmüyorum. İşler yolunda görünüyor. Velakin ekonomi tarafında işler daha karışık. Derdim cari işlemler açığının taşıdığı riskler filan değil. Oradaki problemi yöneticilerimiz dahil herkes zaten biliyor. Ama ortada sahipsiz bir yapısal dert var. Bugün müsaadenizle bu sahipsiz konuya bir değineyim. Hükümet programı şekillenirken tam sırasıdır. Buyurun bakalım.
Derdimi daha önce “Türkiye, içinden küresel değer zinciri geçen bir ülke değildir” diye ifade etmiştim. Hatta “içinden küresel değer zinciri geçen ülke olmak, içinden boru hattı geçen olmaktan daha zordur” diye de eklemiştim. Öyle ya, içinden boru hattı geçen ülke olmak yalnızca Allah’ın verdiği coğrafya ile alakalı.
Halbuki içinden küresel değer zinciri geçen ülke olmak, o coğrafyada hangi beceri setine sahip bireylerin nasıl yaşadığı ile de yakından alakalı. Bugün isterseniz bir de “küresel şirketlerin yalnızca pazarlama birimlerinin dikkatini çeken bir ülkenin ihracatını birkaç kat artırması mümkün değildir” de diyeyim. Söz konusu Türkiye ise, mesele galiba biraz da budur.
Neden sadece pazarlamacılar
Neden Türkiye Microsoft’tan Eli Lily’ye, Google’dan Merck’e birçok dev şirketin yalnızca pazarlama birimlerinin dikkatini çekmektedir de, üretim, ürün geliştirme, araştırma geliştirme birimlerinin dikkatini çekmemektedir? Günün uzman sorusu bana kalırsa budur. Benim “içinden küresel değer zinciri geçmeyen ülke: Türkiye” dediğim de budur. Bunu aşmanın yolu Türkiye’nin artık vasatlığı aşmaya karar vermesi ile mümkün olabilir. Yeni hükümetten beklenmesi gereken bir “Vasatlığı Aşma Programı” (VAP) olmalıdır.
Küresel ekonomiye entegrasyon bahsinde “vaziyeti idare etme” (idare-i maslahat) aşaması artık Türkiye için geride kalmak durumundadır. Türkiye’nin artık girişimcilere sunduğu ekonomik imkanlar setinin niceliği ile değil, niteliği ile ilgilenme zamanı gelmiştir. Türkiye nicel birikimini niteliksel sıçramaya dönüştürme aşamasındadır. Ya yapacaktır, ya da yapamayacaktır. Ya orta gelir tuzağında debelenecek, ya da yüksek gelirli ülkeler sınıfına terfi edecektir. Seksen yıllık cumhuriyet tarihinin birikimi önemlidir. Ama zaman sıçrama zamanıdır. Bu aralar kafamı meşgul eden mesele işte budur.
İstanbul önem taşıyan bir merkez
Şimdi gelin konuyu azıcık açalım. Soru şudur: Neden küresel şirketler, küresel ölçekte değer zinciri inşa ederken, Türkiye’yi bir ürün geliştirme deryası olarak görmezler de, Singapur’u öyle görürler? Dubai bütün denemesine rağmen, nerede yanlış yapmıştır ki, pazarlama birimlerinden öteye geçememiştir? Neden yurt dışında ekonomi ile ilgili toplantılara küresel şirketlerin en tepe yöneticileri yoğun bir ilgi göstermezler de, ayıp olmasın diye, toplantıda yine de temsil edilelim, pazarlama için önemlidir diye birilerini gönderirler? Türkiye’de faaliyet gösteren küresel şirketlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. İstanbul bu şirketlerin bölgesel merkezleri için giderek önem taşıyan bir merkez olmaktadır. Bunlara ilişkin medyada çıkan haberler sevindiricidir. Ancak Türkiye’ye ilgi gösteren esasen bu küresel dev şirketlerin pazarlama birimleridir. Türkiye, bu küresel devler için, genişleyen iç pazarı, çeşitlenen yurtiçi tüketim kalıpları, büyüyen kalabalık orta sınıfı nedeniyle son derece ilginçtir. Ama gelin görün ki, ürün geliştirme ve de araştırma geliştirme gibi üretimle alakalı birimler için hala hiç de ilginç değildir.
Neden mi öyledir? Onu daha sonra konuşuruz. Ama küresel şirketlerin pazarlama birimlerinin ötesine geçemeyen bir Türkiye’nin 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşması mümkün değildir. Bakın onu da anlatırım.