Esnafsınız ve bir arkadaşınız geldi, tahsil edemediği alacakları size satmak istedi. Üstelik son derece cazip koşullarda… Bu takibe düşmüş borçları satın alır mısınız? Peki aldınız diyelim, nasıl tahsil edersiniz?
Piyasada bir dönem tahsil edilemeyen alacakların çek-senet mafyasına düştüğü dönemleri hatırlarsınız. Bu arkadaşların farklı yöntemleri vardı. Doğal olarak hukuki süreç içinde tahsil edilemeyen tutarlar, kıymeti kendinden menkul bu tiplerin mafyöz tavırlarıyla alınır; önemli bir kısmı da bunlara kalırdı.
Neyse ki uzun zamandır münferit olaylar dışında, genele yayılan böyle bir durum yaşamıyoruz. Yoksa adettendir deyip, geleneğe sadık kalanlar var. Ama normalleşme riski dağıldı. Peki neden? Her şey çok mu normal? Piyasalarda tahsilât sıkıntısı mı bitti? İnsanlar alacaklarından mı vazgeçtiler? Hepsinin yanıtı elbette hayır…
Bu işin kronik problem olmaktan çıkmasının temelinde borçlanma yapısındaki farklılaşma geliyor. Bankacılığın sisteme daha çok dahil olması ve eskiden veresiye ya da açık hesap çalışıp, belli dönemlerde çek ya da senetle borçların kapatılması yerine, banka kredisi ile alım satım öne çıktı.
İlk bakışta son derece doğru bir ortam oluştu. Artık bankacılık sistemi içinde, daha legal ve borç-alacak sistemini hukuka bağlayan bir sistemin ortaya çıkması hedeflendi. Fakat gerek piyasa yapısının reel sektörden finans odaklı hale gelmesi, gerekse de finans kuruluşların borç vermenin kârlılığının tadına varması durumu kontrolden çıkardı.
Dünyada likidite bol iken ve insanları borçlandırmak bir ticaret modeli olarak doğru gözükürken, bankalar da dışarıdan aldıkları borçları, ‘üretime asla, tüketime feda’ mantığıyla bol keseden dağıttılar.
Fakat dünyanın 2008 yılı ve sonrasında yaşadığı gerçekleşmeler, dünya finans sektörünün sıkıntıya düşmesi, durumu dünya açısından değiştirdi. Türkiye açısından ise çok fazla bir şey değişmedi. Çünkü Türkiye’de yarısından çoğu yabancıların eline geçmiş finans sektörü, dünyanın en kârlı ülkesinde operasyonlarına hız vermeden devam ettiler.
Birçok uluslararası finans zinciri, dünyada ettikleri zararın finansmanını, Türk insanını borçlandırarak, ona kredi satıp, krediler üzerinden aldıkları masrafları öne sürerek karşıladı. Türk insanı paraya açtı; bankalar da kesenin ağzını açtı.
Önce sokakta kredi kartı dağıtmaya başladılar. Sonra yasaklandı, bugün kapı kapı ofis dolaşıyorlar. Öyle alıp da ödemek yok. En az ödenmesi gerekeni ödeyen en iyi müşteri oldu. Kendi yarattıkları gayrimenkulleri, kredi verip inşa ettirip, sonra yine kredi verip tüketiciye satmanın, ödeyemeyince de haczetmenin dayanılmaz hazzını keşfettiler.
Fakat gelir seviyesinin çok üzerinde borçlanan ve ödeme kabiliyeti olmayan tüketici, yasalar çiğnenerek gücünün üzerinde borçlandırılınca ortaya bir sıkıntı çıktı. Paralar nasıl tahsil edilecekti? Kara listeye girenlere nasıl kredi verilecekti?
İşte bunun sırrını da yasal düzenlemesinden dört beş yıl önce kurulan varlık yönetim şirketleriyle buldular. Önce borçlandır, sonra faizi ve masrafıyla sömür, işin bitince kenara at. At diyorum ama böyle bir lüksleri de yok. Çünkü Türk insanın tamamı o veya bu nedenle borçlu hale geldi.
İktidar bu gizli iflastan sadaka ekonomisiyle oy toplarken, bankalarda tefeci diye nitelendirilip, kredi kartlarını açıktan kapayanların iki katı oranında faizler isteyerek insanları hortumladılar.
Peki ya ödemeyenler? Onları da varlık yönetim şirketlerine satıyorlar. Son olarak Akbank takipteki krediler portföyünün 250 milyon TL’lik kısmını sattı. Bu son örnek… Şu anda ülkede 6,5 milyona yakın varlık yönetim şirketlerinin pençesine düşmüş insan var.
Bu durumda birkaç soru sormak gerekiyor: Birincisi Türkiye’nin en iyi hukuk servislerine sahip bankalar, bu yolla alacaklarını tahsil edemezken, varlık yönetim şirketi nasıl bir yöntem uygulayacak da tahsilât yapacak? Mağdurlarla konuştuğum kadarıyla uygulanan yönteme bakarsanız, hoşgeldiniz ‘çek-senetçiler’ dedirtiyor.
İkincisi 5 TL’lik bir borcu varlık yönetim şirketine mesela 1,5 TL’ye satan banka, tüketiciden 9 TL olarak tahsil edilmek istenen bu parayı neden yapılandırmaz? Dönüp müşterisine ‘1,5 TL ver kapatalım’ neden demez?
Son soru: Tahsil edilemeyen alacağını varlık yönetim şirketlerine satan bankalar, neden aynı insana gidip kredi ya da kredi kartı satmaya kalkar? Bu tespit tahmin değil, gerçektir.
İşin özü şu: Böyle tezgâh olduktan ve siyaset de buna yol verdikten sonra, niye kalkmasın ki? Vatandaşın darboğazından yararlanan siyaset de gidip sadaka ekonomisiyle oy topluyor.
Sonra o verilen oylarla da parayı verenlerin istediği kanunlar hayata geçiyor. Böyle bir ekonomi modelinin adı ne olur bilemiyorum ama, böylesi bir ortama ancak rahmetli Kemal Sunal’ın filmindeki ‘Düttürü Dünya’ adı verilir. Artık düdük kim, düdüğü kim çalıyor; çalan kimle paylaşıyor, onu da siz bulun.
cevap : banklar kredi borçlarını yeniden yapılandırmaya sıcak bakar ve uygulanmaktadır.
bilgi: bankalar hayır kurumu değildir
önemli: insanlar ödeyemeyeceği borçların altına girmemeli, bankalar tahsilatında zorluk çekeceği kredileri özenli vermelidir, aksini yapanlar bir bedel öderler bundan daha doğal birşey yoktur
uzun bir zamandır yazılarınızı takip etmeye çalışıyorum.çok uzun yorumlar yazılabilir ancak saygısızlık olur düşüncesindeyim.tespitleriniz,düşünceleriniz ve paylaşımınız için teşekkür ederim.iyi çalışmalar.
saygılarımla,
:shock: :?: :roll: :idea: