Con Ahmet’in devridaim makinesine benzeyen ve cari açığın sürekli büyümesine dayalı olan bu çark sonsuza dek dönemez.
Geçen hafta rekorlar haftasıydı. Yüzde 11’lik ilk çeyrek büyümesi bir dünya rekoru olarak kayda geçti. En hızlı büyüyen üç ülke sıralamasında bizden sonra Arjantin (yüzde 9,9) ve Çin (yüzde 9,7) geliyor. Türkiye, 2010 yılının ilk çeyreğinde yüzde 12 büyümüş olmasına karşın o çeyrekte rekoru kıramamıştı.
Aynı dönem itibariyle Türkiye’nin dikkatlerden kaçan bir başka rekoru daha var: Bütçe açığını azaltma rekoru. 2009’da yüzde 5,5 olan bütçe açığı/GSYH oranını 2010’da yüzde 3,6’ya düşüren Türkiye, 2011 yılının ilk beş ayında açığı sıfırlamayı başardı. Dünyada krizden çıkarken bütçe açığını bu kadar hızlı düşüren başka ekonomi bulunmuyor. Üstelik bu başarı seçim yılında yaşandı ve üstelik bütün dünyanın bütçe açıkları büyürken yaşandı.
Ekonomi politikası sınav sorusu
Ekonomi politikası dersi sınavında şöyle bir soru sorulabilir: Türkiye’deki büyüme ve cari açık artışı rekorlarının ardında şu sayılanlardan hangisi var? (a) Özel kesimin ihracat çabası. (b) Hükümetin izlediği ekonomi politikası. (c) Merkez Bankası’nın izlediği para politikası. (d) İç talepteki canlılık. (e) TL’nin aşırı değerli olması. (f) İthalatın ve dolayısıyla cari açığın artması. (g) Faizlerin düşüklüğünün yarattığı borçlanma artışı. (h) Varlık değerlerinin şişmesi ve insanların kendisini zenginleşmiş hissederek harcamalarını arttırması. (i) Yukarıda sayılanların hepsi.
Seçeneklerin bazısı sonuç gibi görünse de sonuçlar sonradan dönüp neden haline gelebiliyor. Faizlerin düşüklüğü ve hane halkının borçlanma ve harcamalarının artmış olması büyümede anahtar rol oynamış gibi duruyor. Gerçekten de ilk çeyrek sonuçlarına baktığımızda GSYH oluşumunda yüzde 73 paya sahip olan nihai tüketim harcamalarının yüzde 12,1 arttığını ve dolayısıyla büyümede en önemli etkinin tüketim artışından kaynaklandığını görüyoruz.
Con Ahmet’in devridaim makinesi
İç talepte bu kadar büyük artış olduğunda ithalat, cari açık, vergi gelirleri aynı yönde artıyor. Bizim vergi sistemimiz büyük ölçüde harcamalara bağlanmış KDV, ÖTV gibi vergilere dayandığı için ithalat artışıyla birlikte bütçe açığı daralıyor.
Sistem şöyle çalışıyor: TL değerli tutuluyor. TL değerli olunca enflasyon düşük kalıyor. Enflasyon düşük kalınca faizler de düşük kalıyor. Faizler düşük olunca vatandaş kredi kullanmaya başlıyor. Vatandaş kredi kullanınca piyasada talep artıyor. Talep artınca varlık değerleri yükseliyor, herkes kendini daha varlıklı hissedip daha çok harcıyor. Harcamalar artınca bir yandan üretim, bir yandan da ithalat artıyor. Bu işlemlerin bir sonucu olarak vergi tahsilatı artıyor. İthalat artınca bir yandan ekonomi büyürken bir yandan da cari açık artıyor. Cari açık artınca ithalde alınan KDV tahsilatı artıyor. Vergi tahsilatı artınca bütçe açığı azalıyor. Bunlar olunca ekonomi istikrarlı görünüyor. Ekonomi istikrarlı görününce sıcak para girişi başlıyor. Sıcak para girişi başlayınca TL değer kazanıyor. TL değer kazanınca ithalat biraz daha artıyor. İthalat biraz daha artınca büyüme artıyor ama cari açık daha da artıyor.
Con Ahmet’in devridaim makinesine benzeyen ve cari açığın sürekli büyümesine dayalı olan bu çark sonsuza dek dönemeyeceğine göre büyümeyi katma değer yaratacak bir sanayi yapısına oturtacak uzun dönemli bir stratejiye ihtiyacımız var demektir. Ki bu konu üzerindeki çalışmalar oldukça ileri bir aşamaya gelmiş görünüyor. Büyümede rekor kırdık diye sevinelim sevinmesine ama cari açığın kalbimizi kırmasına da izin vermeyelim.