Dışarıda iftira rüzgârı, içeride soğuk duvarlar. Gece çökmüştür Silivri’nin ayazına… Ranzasında iki adam konuşmaktadır. Fakat mesele ne mesleklerini yaptıkları için içeri atılmalarıdır, ne de memleket… Elbet o da dertlendirir onları, ama ya günahsızlar? Ya onlar…
Derin bir of çeker biri… Çocuğu üniversite sınavına girecektir. Yanında olmak, ona destek vermek, belki de sınav yerine kadar götürüp omuzuna elini koyup ‘hadi evlat’ demek istemektedir yüreği…
Oysa bırak bunları yapmayı içeri düştüğünden beri okul değiştirmek zorunda kalan evladının üniversite sınavı öncesi de yapmıştır yapacağını savcı. Müebbet hapsini istemektedir. Nazlı çocuk aklı babasında, eli kaleminde girer sınava.
Sonra karşı ranzadan bir of gelir. Yağmur’u da kendi gibi operasyona tabi tutulmaktadır. Okulda yaşadıklarını anlattı Norveç’te… ‘Teröristin kızı damgasını yedim’ dedi. Elbette okul boş durmadı. Ne disipline sevk, ne de tasdikname. Çünkü Yağmur cin gibi, Yağmur akıllı…
‘Özgür Medya’ başlığı altında yapılan bir toplantıda tutsak bir gazetecinin kızı, özgürce düşüncesini söylediği için psikolojik harbe maruz kalmış, bilerek notları sıfırlanarak zulüm görmüştür. Şimdi okul aramaktadır.
‘Of’ çekti iki baba da… Ellerinden bir şey gelmiyordu. Oysa sadece ‘memleket’ demişlerdi, ‘demokrasi olsun, herkes özgürce konuşsun’ diye gazetecilik yapmışlardı. Aynı koğuşun, farklı illerinden gelen, ortak kaderli iki adamıydı onlar. Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay…
Kulakları delen bir gürültülü sessizliğin içinde, kendilerine değil, çocuklarına yapılanlara dayanamıyorlardı. Çok iyi hatırlıyorum o günü… Mustafa Balbay savunmasını yaparken mahkemede mealen şunu söylemişti:
“Ben gazeteci olarak işimi yaptım. İçeride de yapmaya devam ederim. Hapishaneleriniz de, davalarınız da beni engelleyemez. Bir tek şikâyetim aileme olan önlenemez özlemimdir.”
Belki de haksızlık konusunda hepimizin hemfikir olduğu o duruşma salonunda, izleyenleri en çok sarsan ifadeydi bu. Çünkü hepimiz baba ya da annelerdik. Memleket sevdasıyla gazetecilik yaparken üzerine atılan çamurun vebalini çocuğunun ödemesi. Galiba en ağırı bu.
Aslında içeride de olsanız, dışarıda da çocuklar uğruyor bu haksızlığa… Hem de dünyanın en masum, ama en acımasız yöntemiyle… Çocukça… Diğer çocukların evlerde kulaktan dolma bilgilerle yaptığı konuşmalardan arta kalan dolduruşuyla… Büyüklerin insafsızca, bilgisizce verdiği tetiği, çocuklara yine çocuklar çekiyor.
Ama eğmeyin başınızı çocuklar. Bakın gökyüzüne ‘Nazlıcan’ tadında bir ‘Yağmur’ yağıyor. Hem de gökyüzünü ağlatan bir ‘Mercan’ mavisi eşliğinde. Düşen damlalarsa isimlerini burada saymadığım tüm mağdur, ama onurlu insanların çocuklarının masum ellerine düşüyor. Bilin ki bir gün gökkuşağı çıkacak. O gün kara bulutlara hesap soracak, bu ülkenin boğazı, çınarı, Kız Kulesi ve memleket kokan ıhlamur ağaçları.