Türkiye, siyasi küreselleşme sürecinin olgun bir üyesi olarak yapması gerekenleri yapmaktadır.
Arap-Türk Bankası’nın Libyan Foreign Bank vasıtasıyla Libya hükümetine ait olan hisse senetleri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TSMF) devredildi. Libya’nın hisseleri, bir nevi, emanete alınmış oldu. Böylece Türkiye, Libya özelinde, “Kaddafi gitsin” koalisyonuna artık sözle değil, eylemleri ile de doğrudan katılmış oldu. Şimdi bu karara Türkiye ekonomisi açısından nasıl bakılmalıdır? Neden “Libya yetmez, İran’ı da bekleriz”? Gelin bir bakalım.
Türkiye ilk kez listede
Ben bu kararı OECD Finansal Eylem Görev Grubu’nun (Financial Action Task Force-FATF) 24 Haziran 2011 tarihli açıklaması çerçevesinde okuma eğilimindeyim. Biliyorsunuz Türkiye karaparanın aklanması ve de terörün finansmanı konularında yeterince aktif olmadığı için, FATF tarafından, 24 Haziran tarihinde Kara Liste’ye dahil edilmişti. İsterseniz önce bu liste işinden bir başlayayım. FATF, 1989 yılında oluşturuldu. O vakitler, daha çok, küresel finansal piyasalarda karaparanın aklanmasının ve de terörün finansmanının engellenmesi için atılması gereken şeffaflaşma adımları ile ilgileniyordu. 2000 yılından beri ise iki adet liste yayımlamaya başladı. İlk listeye, ‘karşı tedbirler alınmasını önerdiği müzmin problemli ülkeleri’; ikinci listeye ise ‘önemli eksiklikler nedeniyle işlem yapmanın riskli olduğu ülkeleri’ yerleştirmeye başladı. Listeler, FATF’nin işlevlerini yerine getirmesinde, görünürlüğü yüksek, etkili bir mekanizmaya dönüştü. Aynı Dünya Bankası’nın Doing Business Survey’leri gibi oldu. 24 Haziran 2011 tarihli FATF basın açıklamasına göre ilk listede İran ve Kuzey Kore yer alıyor. İkinci liste ise Bolivya, Etiyopya, Kenya, Küba, Miyanmar, Sri Lanka, Suriye ve Türkiye’den oluşuyor. Türkiye, bu listeye ilk kez bugünlerde dahil oldu. İran ve Libya yaptırımları döneminde olan oldu. Pek kötü oldu.
Şimdi buradan birkaç sonuç çıkarayım, müsaadenizle. Birincisi, yukardaki listede yer alan ülkeler arasında, FATF üyesi ve kurucusu olan tek ülke Türkiye’dir. Vaziyet bu nedenle pek kötüdür. FATF’nin üyesi olan 34 ülke arasında Türkiye de vardır. Şimdi kararlara uymayan problem ülkeler listesindedir. MASAK tam da bu amaçla hem de 1997 yılında kurulmuştur. Terörün finansmanı konusunda dertli olan Türkiye, finansal piyasaların şeffaflaştırılması konusunda çabuk davranan ülkeler arasındadır.
İkincisi, karaparanın aklanması ile mücadele demek, para aklayanları kolaylıkla izleyebilecek mekanizmaya sahip olmak demektir. Bu alanda mesafe alabilmenin yolu ikidir: Öncelikle karapara aklayanlar ve terörü finanse edenleri kolaylıkla izleyebilecek bir kayıt ve belge düzenine sahip olmak gerekir. Kayıt ve belge altyapısı yoksa atılan adımları yakından takip edemezsiniz. Sonra ise kayıt ve belge düzeninin içerdiği malumatı uluslararası işbirliği için kullanmaya hazır olmak önem taşımaktadır. Dolayısıyla listede olmak demek, ya saydam bir finansal altyapı yok, ülkenin bir kayıt belge düzeni yok ya da işbirliğine niyeti yok, birilerini koruyor demektir. Bu çerçevede, iki paragraf üstteki ülke listesine bir daha bakın isterseniz, tüyleriniz diken diken olsun. Türkiye’nin yeri orası değildir.
Gereken yapılıyor
Üçüncüsü, bu listeye girmek demek, esasen, haritasını bildiğimiz dünyanın dışına itilmek, küresel köyde parya muamelesi görmek demektir. O ülkelerin hepsi bildiğimiz dünyanın kıyısındadır. Türkiye öyle değildir. Dünyanın en büyük on ekonomisinden biri olmak isteyenin, kıyıda köşede kalmaya tahammülü olamaz. Kontrolsüz büyümenin, tarihi rekorlar kıran, cari işlemler açığı vasıtasıyla, ülkemizin kırılganlığını, dış şoklara duyarlılığını arttırdığı bir dönemde daha öngörülebilir olmakta fayda vardır. Nitekim Libya konusunda gidişat şimdilik olumlu yöndedir. Dışişleri Bakanımız Trablus’a değil, Bingazi’ye gitmiştir. Türkiye Trablus’taki elçiliğini şimdilik kapatmıştır. Mavi Marmara arızalanmıştır. BMGK kararlarına uygun olarak finansal açıdan atılması gereken adımlar atılmaya başlanmıştır. Bunlar olumlu adımlardır. Şimdi gözler İran ve Suriye’dedir.