Türkiye gibi halkı ve dolayısıyla da devleti gırtlağına kadar borca batmış memleketlerde çıkış yolu herkesin ekonomiye katkıda bulunmasıdır. Bu nedenle çocukların, ama bizim memleketimizin fotoğrafı nedeniyle özellikle kız çocuklarının okutulması, meslek sahibi yapılması, ekonomik ve bireysel anlamda önünün açılması çok önemli.
Fakat meseleyi sadece kazanç çerçevesine oturtursanız, ‘herkesin üniversite mezunu olması gerekir’ düşüncesiyle aynı hatayı yaparsınız. Yani eğitimin içeriğini boşverip, diplomalı cahiller yaratırsınız. Bir şey üretmek, katkıda bulunmak ve toplumsal fayda sağlamak için mutlaka mesaili bir işin olması gerekmiyor.
Şimdi bazı aklıevveller ‘bak kadının çalışması gerekmiyormuş’ diyerek bu düşüncenin üstüne atlayabilir. Hemen altını çizeyim, sazanlık yapmasınlar kast ettiğim bu değil.
Elbette ideal olan herkesin üretim sürecine katkıda bulunmasıdır, ekonomik gücünü elde ederken, ekonomiye de omuz vermesidir. Fakat ev hanımıysa ne olacak? İşte Türkiye’deki çarpık zihniyet, meseleye yaklaşırken bu gruba ‘hazır yiyenler muamelesi’ yaptığı için işin içinden çıkamıyoruz.
TÜİK’in son araştırmasına göre, o da doğruysa, ülkemizde 14 milyon 770 bin ev hanımı var. Bu rakam işgücüne dahil olmayan nüfus şeklinde gösterilen 29,1 milyonun yarısına karşılık geliyor.
Şimdi bu rakamı arkasına alan bakanlar yine sloganvari konuşacak: ‘Ülkemizde herkesi çalışır pozisyona getirmeliyiz’ diyecekler, Başbakan’ın ‘üçte yetmez beş tane’ talebini unutup… Neyse akıllarına gelince özür diler, basının çarpıttığını belirtirler.
Konumuza dönersek eğer bireyin tercihi buysa, bu tüketici olduğu anlamına gelmiyor. Ev hanımları istatistiklerinde birinci sırayı yüzde 61,2 ile Kars, yüzde 60 ile de Gaziantep oluşturuyor.
Bakın bakalım Kars ve Gaziantep’teki ev kadınları sadece sofraya yönelik faaliyetleriyle bile nasıl üretime katkıda bulunuyor? Başbakan’ın söylediği gibi kadını çocuğa boğup, psikolojisi bozuk bir biçimde tek başına bırakılması politika değildir.
Ev kadınlığı önemli bir iştir. Bu ülkede böyle bir anlayış vardı. Kısa bir dönem önce kadınlar prim ödeyerek Bağ-Kur’dan ev kadını statüsüyle emekli dahi oldular. Peki niye? Çünkü mesaisi olmayan ve çok ağır koşullar içinde çalışan bir gruptan söz ediyoruz. Ayrıca emekliliği de yok.
Dönersek en başa kazanç yaratmakla, toplumsal fayda sağlamak arasındaki çizgiyi iyi okumak gerekiyor. Bugün kadınlarımızı saçma sapan TV programlarıyla hipnoz haline sokuyorsak, bu durum ülkenin ayıbıdır.
Ev ekonomisi denilen son derece hassas bir konu var. Ev kadınları bu meseleyi gayet iyi bilir. Nitekim istatistiklere göre ülkedeki boşanma oranlarının ağırlıklı olarak ekonomik nedenlerle olması ve yine Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nin tespitlerine göre boşanma kararının kadın tarafından gündeme getirilmesi, evdeki kadının ekonominin gizli tanığı olduğunu doğruluyor.
O halde yapılması gereken ev hanımlarımızı içi boş kadın, evlilik ve yemek programlarının pençesinden kurtarıp, bölgesel bazda ev ekonomisi dersleriyle buluşturmaktır. Türk kadını çok aydındır. Anlatırsanız, topluma sağladığı faydanın kat be kat arttığını göreceksiniz.
Elbette töre cinayetinden, erken evlenme gerçeğinden, okula gitmesinin engellenmesinden, kocası tarafından şiddet görmesinden hatta öldürülmesinden ve benzer bir dizi etkenden onu kurtarabilirseniz.
Gerçekten çözüme ulaşmaksa niyetiniz, ev hanımlarını ekonomi konusunda bilinçlendirir, yol gösterirsiniz. Elbette temel felsefede olarak vazgeçilmemesi gereken onların da okuması, meslek sahibi olması için de çalışmalar yapmalısınız. Çünkü ikisini de yapmayıp, sadece istatistik yayınlarsanız, o kadını bir tekstil fason atölyesinde sigortasız işçi haline getirirsiniz.
Altını tekrar çiziyorum, makroda önemli olan toplumsal faydadır. Özelde de aile bütçesine katkı… Bu katkı, çalışarak da, ev ekonomisini doğru uygulayarak da olur. Siz yeter ki o kadına gidin ve birey olma hakkını güvence altına alın. Gitmişken bir şey daha sorun: Türkiye’de ekonomi nasıl? İnanın, borsacı ekonomistlerinizden daha iyi anlatırlar size.