Hani dilinde tüy bitmek diye bir deyim vardır ya, insanın bu ülkede on yıllardır aynı sorunları yaşayıp da, yeni yıla girerken halen aynı konuların problem olduğunu gördükçe canı sıkılıyor. Bu nedenle bugüne özel yazmamaya karar verdim.
38 tane dolar milyarderi olan ülkemde, 20 tanesi vergi ödeyenlerin ilk 100 sıralamasında yokken, aylık net asgari ücrete yapılan 35 liralık zamla insanların geçinmesinin mümkün olmadığını yazmayacağım. Bu ülkenin şucu, bucu diye ayrılırken, ülkeyi yönetenlerin birleştirici olması zorunluluğu ortadayken gençleri ‘seninki, benimki’ diye ayırmasının akıl dışılığını yazmayacağım.
Türkiyem’de tüm zor koşullara rağmen üretim yapmak için uğraşan, farklı dünya görüşlerindeki aynı şeye inanmış insanların, işlerini yürütebilmek ya da büyütebilmek için kredi almaya gittiğinde yüzüne örtülen kapılar varken, yanında çalıştırdığı ve kredi kartı batık adama tüketici kredisi verilmesinin çelişki olduğunu yazmayacağım.
Devletimin güven vermesi gereken kurumlarının işsizlik rakamı açıklarken, iş aramaktan umudunu kesenleri, ayda 2 gün çalışmış olanları, iş bulamadığı için babasının dükkânında kasaya geçirilen mühendisi işsiz saymamasını yazmayacağım.
Emekliye verileceği söylenen intibak farklarının, sanki emekliye zam veriliyormuş gibi sunulmasının bir ahlâksızlık olduğunu, neredeyse tamamına yakını ithal edilirken 75 milyonluk ülkemde 100 milyon cep telefonu olduğunu, ülkede yenileme süresinin 8 ayda gezdiğini yazmayacağım.
Bir gazetecinin, Soner Yalçın’ın 686 gün içeride tutulduktan sonra tahliye edilmesini, insanların yıllardır suçları söylenmeden tutuklu yargılanmasının, karar aşamasına gelince de eldeki delillerin bilimsel raporlarla ‘üzerinde oynanmış’ tespitiyle çökmesinin, bu nedenle de davanın beraat ile sonuçlandırılmamak için, bitirilemediğini yazmayacağım.
Bir karakolda gözaltına alınan bir insanın üzerine 7 emniyet görevlisinin çullanmasını, bir tanesinin yerde yatan ve üzerinde 6 kişi olan insanın kafasına basıp, nasıl bir ruh halinde gözüktüğünü yazmayacağım.
Ülkemde ‘benim hırsızım iyidir’ diye herkesin kendi taraftarını koruduğunu, ama kati mizan geldiğinde faturanın hangi görüşe sahip olursa olsun vatandaşın sırtına bindirildiğini, esnafın yılbaşından bu yana kan ağladığını, çek, senet ve kredi ödemelerindeki patlamaları, çiftçinin perişan halini yazmayacağım.
Ne yazacağım biliyor musunuz? Nazım Hikmet’ten bir dörtlük yazacağım. İnadına, tüm umutsuzluk saçan haberlere inat, bu ülkenin omurgasını kırmaya çalışanlara, Anadolu’yu tanımadan millet iradesinden bahsedenlere inat, istiklâl mücadelesi veren bir millete inandığım için, en çok da 11 yaşındaki evladım için yazacağım:
“Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz.
Çocuklar inanın, inanın çocuklar!
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler.”