Hafta sonu Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin gerçekleştirdiği foreks piyasalarına yönelik seminerde uzmanlar çıkıp, dünyada günlük 4 trilyon dolar iş hacmi olan bu piyasanın faydalarından bahsettiler. Süreç içinde ne kadar büyük vurgunların yapıldığını bildiğimiz bu piyasada, getirilen standartlarla her şeyin güvenli olduğunu dile getirdiler.
Peki kaldıraç dediğimiz karşılıklarda standart ne getirmiş? Bire 100. Yani 1 TL ile 100 TL’lik iş yapabilme izni. Bunun da son derece güvenli olduğu vurgulanıyor. Bankalardaki ve bankalar arasındaki işlemlerde kaldıraç serbestliğinin de altı çizilerek.
İşte tam bunlar anlatılırken söz alan İstanbul Kuyumcular Odası Başkanı Alaattin Kameroğlu öyle bir çıkış yaptı ki, ezber bozuldu. Kameroğlu bazı risklerin sigortalanabilmesinin anlaşılabileceğini ama bunun dışında kâr güdüsüyle yapılan tüm bu işlemlerin tehlikeli olduğunu belirtti ve “Ben ticaret denilince üretilmiş bir şeyin alınıp satılmasını anlarım. Bunun dışındaki her şey benim için kumar anlamına gelir” dedi.
Esasen bu öyle bir tartışmaydı ki, Türkiye’nin ekonomik yaklaşımının da piyasa tarafından nasıl algılandığını ortaya koyuyordu. Kağıtlar üzerine, faiz, döviz ve borsa üçgenine sıkıştırılmış bir piyasa anlayışının, bizi getirdiği borçlu, üreteni ezen yapısının deşifresi niteliğindeydi.
Şimdi ‘Türkiye’ye müthiş para’ başlığıyla sunulan haberi hatırlayalım. “…Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings’in İstanbul’da 8 Kasım’da düzenleyeceği ‘Türkiye’nin kredi görünümü’ başlıklı toplantı öncesinde, piyasa aktörleri Fitch’ten Türkiye’ye yönelik bir kredi notu artışı olacağı beklentisine girdi…
Türkiye, not artırımı olmaması durumunda yıllık ortalama 65 milyar dolar yabancı sermaye çekebilecekken, not artırımı gerçekleştiğinde ise 2013-2023 yılları arasında yıllık ortalama 75 milyar dolar fon girişi sağlayabilecek. Bu da 10 yılda 100 milyar dolar civarında ekstra sermaye girişi anlamına geliyor…”
Şimdi temel bir soru: Giren para ister 65 milyar, isterse 75 milyar dolar olsun. Bundan daha önemlisi bu para ile ne yapacağınız değil midir? En basit tanımıyla Türkiye’nin son 12 yılda yaptığı hatanın yanıtı burada gizli. Gelen parayı, üretim ekonomisine yönlendirir, buradan teknolojik ya da katma değerli bir ekonomi yaratırsanız, bunun adı finansman yoksa borç ya da sıcak para olur.
Türkiye ne yazık ki, yıllardır ikinci yolu tercih etti. Sadece 58. Hükümet zamanında doğru bir çıkış yapıldı, üretim ekonomisine ilişkin ümitler yeşerdi, ama ne olduysa 6 ay sonra tekrar IMF zihniyetli politikalara dönüldü. Gelinen nokta, gırtlağa kadar borçlanmış ve 38 milyar dolar net özelleştirme yapmasına karşın, bütçesini çevirebilmek için demiryolları ile otoyol ve köprülerini satmaya niyetlenen bir Türkiye…
Bazıları bunları dile getirdiğimiz için kızıyor. Ama ısrarla söylemekten vazgeçmeyeceğim. Gelen para Türkiye’yi sevdiği için değil, çok iyi kâr ettiği için geliyor. Sonuçta da faturası bize kalıyor. Şimdi tekrar sormak istiyorum bu döviz meraklısı dostlara: Parayı alıp, yedikten sonra, yani gerçek bir ekonomi yaratmadıktan sonra, enstrüman olan finans piyasalarını gerçek ekonomi kabul edip, nereye kadar yürüyeceksiniz? Yanıt belli: Para kesilene kadar.