En yalın tanımıyla iktisadi kalkınma “sermaye birikimi”dir. İktisadi bağlamda sermaye denince “fizik sermaye” anlaşılmalıdır.
Fizik sermaye, insan yapması yol, baraj, fabrika, hava ve deniz limanları, ulaşım ve iletişim sistemleri, hastane, okul, konut ve işyeri binaları ve de katma değer yaratmaya yarayan her tür makine ve teçhizat demektir. Bir zamanlar solcu iktisatçıların dillerinden düşürmedikleri “finans kapital” tabiri yukarıda tanımı yapılan fizik sermayenin kendisini değil, kime ait olduğunu gösterir. Kalkınmak isteyen bir ülkenin yönetimini üstlenen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin fikir önderleri tüm dikkatlerini “sermaye birikimi” üzerine yoğunlaştırmıştır. Halkın refahını arttırmak için iktidara gelen “Milli Serveti” düşük ülke yöneticilerinin ilk iş olarak “yabancı sermaye” avına çıkmasının sebebi budur.
BOL OLAN ZENGİNLİKTEN KIT OLAN ZENGİNLİK YARATILMALIDIR
Geçenlerde yazdığım “Milletlerin Zenginliği” başlıklı üç yazıda, bunun üç bileşenden oluştuğunu anlatmıştım. Bu zenginliklerin sırasıyla, 1) Doğal, 2 ) Fizik ve 3) Beşeri sermaye oluğunu öğrenmiştik. Milli geliri artırma denilen süreç tabiri caizse “helva yapmak” gibidir. Bunun için, un, yağ ve şekere ihtiyaç vardır. Bu bileşenlerden sadece biriyle helva yapılamaz. Üçü belli oranda karıştırıp pişirilirse, helva meydana gelir. Bu noktada akılda tutulması gereken husus “kıt olan kaynağın” milli gelir artışının dar boğazını teşkil ettiğidir. Aynen bir zincirin maksimum taşıma gücünün, en zayıf halkasının taşıma gücünden fazla olamayacağı gibi ortada bir fiziksel kısıt mevcuttur. Böyle bir durumda, iktisadi kalkınma modeli oluşturanlar, eldeki en bol kaynağın bir kısmını, en kıt kaynağa dönüştürebilirlerse, milli gelirin büyüme hızının önündeki kısıt kalkar. Ülke daha hızlı kalkınmaya başlar.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.