Türk Kobileri Tehlikede

Türkiye’nin yaratılan gündem sağanağı içinde sessiz sedasız bir uygulama başladı. Yıllardır geçeceği söylenen, fakat bugüne kadar gerçek anlamda hiçbir hazırlık yapılmayan Basel 2 uygulaması resmen başlatıldı.

Eğer dünyada bugün yaşanan finansal bir savaş varsa ve ülkeler kendi mallarını diğer pazarlara satabilmek adına acımasızca rekabet ediyorsa, 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat yapma hedefini her fırsatta ortaya koyan Türkiye’nin bu konudaki ayvaz tavrı anlaşılabilir değil.

Sermaye yeterliliği açısından büyük sorunları olan Türk özel sektörü, işletme yapısının yüzde 99’luk diliminin küçük ve orta boy işletmelerden oluştuğu gerçeğiyle değerlendirilirse sıkıntının büyüğü şimdi başlıyor demektir.

Basel 2 uygulaması, dünya pazarının batılı firmaların elinde kalması kapsamında uygulamaya sokulan, tüketim toplumları yaratırken, firmaları devşirme yoluyla eline geçiren bir mali sistemin parçasıdır. Basel 1 ile finans kuruluşlarını yapılandıranların, 2008 senesinde bu işe ne kadar ciddiyetle yaklaştıkları soygunun ortaya çıkmasıyla anlaşıldı.

Mali kriterleri esas alan ve buna uygun olarak kredilendirme sistemini düzenleyen, bilanço yapılarına göre kredi maliyetleri artan ya da azalan işletmeler gerçeğini önümüze koyan Basel 2 uygulaması ise 1 Temmuz 2012 itibariyle resmen başlatıldı.

Bankaların hali hazırda kredi vermekten imtina ettikleri, kayıt dışı ekonomi nedeniyle gerçek zenginliklerini sermayelerine aktaramadıkları, vergi ve sigorta primlerindeki yükseklik ve acımasızlık nedeniyle kayıt içine giremedikleri sistemde kobilerimizi şimdi Türk bankaları ile değil, Türkiye’deki bankalar tanımının daha doğru oturacağı bir yapıyla karşı karşıya bırakıyoruz.

Bu finans kuruluşlarının yıllardır ‘kobileri destekliyoruz’ başlığı altında menşei kendilerine ait olan işletmeleri kredilendirdikleri zaten biliniyor. Yaşanan aleni ya da gizli krizler nedeniyle yastık altı birikimlerini de büyük ölçüde piyasaya kaptıran işletmelerimize sahip çıkmak gerekiyor. Eğer ihracat ve istihdam gibi kaygılarınız varsa…

Hele ki dünya çapında böylesine büyük bir kriz yaşanırken ve ülkeler kendi firmalarına sahip çıkarken bizim bu kraldan çok kralcı tutumumuzun faturası yüksek olacaktır. Önümüzdeki süreçte işletmelerimizin ya el değiştirdiğini ya da önce ortaklık, süreç içinde de sermaye artırımıyla tamamen ele geçirilen bir gerçekle karşı karşıya kaldığını göreceğiz.

Şimdi bazıları çıkıp, Türk işletmelerinin bu süreci başarıyla aşacağını iddia edecektir. Holding seviyesindeki işletmelerimizin dahi, Avrupa’nın orta boy işletmelerine denk geldiği gerçeğini dikkate alırsanız, nasıl rekabet edemeyeceğimizi de anlarsınız.

Türkiye mutlaka bu uygulamadan geri dönmeli, en azından geçiş sürecini uzatacak yeni düzenlemelere gitmelidir. Elbette bunu yaptıktan sonra da, senelerdir yaptığı gibi son günü beklemek yerine, firmaları yeni rekabet koşullarına göre güçlendirmeli ve yapılandırmalıdır.

Aksi takdirde 2023 yılında belki 500 milyar dolar ihracat yaparsınız ama o satışı yapan firmalar size ait olmaz. Kaptırdığınız iç piyasa da ucuza kapatılan şirketlerin bonusu haline gelir.

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir