Zorunlu karşılık artışının banka kaynak maliyetlerini arttırmadığı ortadadır. Yeni bir teorinin zamanı gelmiştir.
Her dansın bir sonu vardır. Bugünlerde “Merkez Bankası’nın alışılmadık para politikası konusunda ne düşünüyorsun?” diye soranlara böyle diyorum. Geçenlerde Vaşington’da uluslararası finans çevrelerinin tam da göbeğinden bir dostum bana “Sen twist dansını hatırlıyor musun?” dedi. Konu Merkez Bankamızın 2010 yılı sonunda uygulamaya başladığı alışılmadık para politikası çerçevesiydi. Ben azıcık “Buyur?” oldum tabii. Dostum, “Twist, 1960’lardan kalma, modası geçmiş bir danstır. Bana kalırsa sizin Merkez Bankanız twist yapıyor” dedi. Bir nevi atraksiyon yani. Piyasaları şaşırtma numarası. Dün manalıydı; ama millet “Yahu bunlar yalnızca twist yapıyor, gözümüzü boyuyorlar” demeye başladıysa vaziyeti gözden geçirmekte fayda vardır. Gelin bakın neden öyledir…
Bir dizi önlem alındı
Merkez Bankası Aralık 2010’dan bugüne kadar alışmadığımız bir dizi önlem açıkladı. Bir taraftan, dışarıdan getirilip gecelik olarak kendisine emanet edilen paraya ödediği faizi indirdi. Diğer taraftan ise hızlı kredi genişlemesinden dem vurup zorunlu karşılık oranlarını arttırmaya yöneldi. Bu arada banka, piyasaları açık piyasa işlemleri (APİ) vasıtasıyla sabit bir faiz oranından fonlamaya da başladı. İlk tedbirin amacı, içeriye kısa vadeli, hızlı yabancı fon girişini frenlemekti. İkincisinin amacı, bankaların artan kaynak maliyeti nedeniyle faiz oranlarını arttırmaları ve de daha az kredi açılmasını sağlamaktı. Bunlardan ilki çalıştı, ikincisi ise çalışmadı. Ama kafaları bir kez karıştırdı. O dönemde ‘kafaların karışması’nın faydalı olduğunu yazdığımı hatırlıyorum. Uluslararası ilişkilerden ‘yapıcı belirsizlik’ (constructive ambiguity) kavramını tam da bu amaçla ödünç alıp kullanmıştım. O gün herkesin kafasında bir dizi soru işareti oluşturmak faydalıydı. Ama artık şaşırtmacanın sonuna geldik.
Akla gelmesi gereken ilk soru şudur: Merkez Bankası geçen yılın sonunda neden böyle bir şaşırtmacaya ihtiyaç duydu? Gayet basit bir nedenle. Türkiye ekonomisi krizden kontrolsüz bir hızda çıkıyordu. Haziran 2010’da ekonomiyi yavaşlatmak için alınması gereken tedbirler alınmamıştı. Tam tersine, maliye politikası gevşek bırakılmıştı. Gevşek kalmaya da devam edecekti. Seçimler vardı. Yapısal tedbir ihtimali yoktu. Bankanın yapıcı belirsizlik stratejisinin bir anlamı vardı. Kafalarda soru işaretleri yaratmak, dün alınan bilanço pozisyonlarında herkesin iki kere düşünmesini sağlamak faydalıydı. En azından o vakit ben öyle düşünmüştüm. Zamanında ‘Görelim bakalım’ tadında laflar gevelemememin nedeni tam da oydu. Hâlâ da aynı noktadayım. O gün dediklerimin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Öyle olsa, yanlış yapmışım derdim. Yanlışlık biz insanlara özgüdür. Yanlıştan dönmek ise erdemdir. Bu ilk noktadır.
Karşılık artışları
Gelelim ikincisine. Merkez Bankası, zorunlu karşılıklar vasıtasıyla bankaların kaynak maliyetlerini arttırıyormuş gibi yaparken bir taraftan da APİ vasıtasıyla bankaları sabit bir faiz oranında fonlamaya başladı. Bir eliyle yaptığını öteki eliyle yıktı. Bir yandan bankalara maliyet yüklerken öte taraftan kısa vadeli sabit faizli bir destekle bankaların maliyet yükünü hafifletti. Ne oldu? Banka bilançolarında Merkez Bankası tarafından sağlanan finansmanın miktarı her gün kümülatif olarak arttı. Kümülatif APİ artışı, faiz intibakı engelleniyor demektir. Faiz idari kararla sabitlenince, gecelik finansman oldu, altı aylık güvenilir ve de sabit faizli finansman. Şimdilerde tutarı 70 milyarı aştı. Eski parayla 70 katrilyon. Mevduat stokunun yüzde 10’u yani. Gecelik kaynakla on yıllık kredi açmak kötüdür. Bankaları morfine alıştırmaktır. Biz bu filmi daha önce 1990’ların sonunda görmüştük. Sonra 2000-2001 bankacılık krizi olmuştu. Bu da ikinci tespit.
Geleyim üçüncüsüne. Üçüncü gelişme, bankaların devlet iç borçlanma senedi (DİBS) satarak likiditeye ulaşmaya başlaması oldu. Böylece zorunlu karşılık derdi kalmadı. DİBS satan kredi açtı. Kredi stoku azalmadı, arttı. Zorunlu karşılık artışı yine kozmetik kaldı. Üstelik artık bunu herkes gördü.
Zorunlu karşılık artışının banka kaynak maliyetlerini arttırmadığı ortadadır. Şaşırtmacayı tadında bırakmakta ve bir şakanın üzerine kocaman bir yeni teori inşa etmemekte fayda vardır. Sistem faiz artışına hazır hale zaten gelmiştir. Gördüğüm budur.
Güven SAK