1990’lı yılların başında Türkiye’de kamu finansmanı iyice bozulmaya baÅŸlamıştı. Yıllarca ödenen yüksek reel faizlerle bütçenin üçte birinden fazlası faize gidiyordu. O yıllarda her gelen Ekonomi Bakanı kamu finansman dengesini düzeltebilmek için devletin harcamalarını kısamayacağını anlayınca, faiz harcamalarını düşürmek için faizlerin düşmesi gerektiÄŸini düşünürdü. Faizlerin düşmesinin ancak faiz dışı harcamaların düşürülmesiyle olabileceÄŸine ikna olmazlardı. O yıllarda Merkez Bankası da kamu finansman dengesinin düzelmesi için finansmanın Merkez Bankası’nın sırtından kalkması için uÄŸraÅŸ verirdi. Hazine ile Merkez Bankası arasında yapılan bir protokol ile Hazine’nin Merkez Bankası’ndan kullanabileceÄŸi finansmana nominal bir üst sınır getirilmiÅŸti. 1989 ve 1990 yıllarında bu protokol baÅŸarıyla uygulanabilmiÅŸti. Daha sonra Merkez Bankası’nda yasal olarak çok daha fazla finansman olanağı gören Ekonomi Bakanları “Ben enayi miyim de, Merkez Bankası’ndan yıllık yüzde 4 faizle borç almak varken, piyasadan yıllık yüzde 60’la borçlanayım?” demiÅŸti. Bazı Hazine bürokratları “Ne protokolü? Damga vergisini verdiniz de mi, kâğıt parçası protokol oldu?” diyerek konuyu hafife almıştı. İşler iyice sarpa sarıp kamu finansman dengesini düzeltmek yerine kamu açıklarını finanse etmeyi kolaylaÅŸtırmaya çalışan bir Ekonomi Bakanı Merkez Bankası’nın muhalefeti ile karşılaşınca “Siz bataklıkta gül bahçesi olmak istiyorsunuz, olmaz öyle ÅŸey” diye çıkışmıştı. Gerçekten de bataklığı kurutmadan gül bahçesi olmuyor. Türkiye bataklığı 2001 krizi sonucunda kurutmak zorunda kaldı. Gül bahçesi yapmak da kolaylaÅŸtı.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.