Yıkım için küçük bir ekiple, tek sesli bir icraat yeterliydi. Yapım için küçük ekip ve tek sesli icraat yetmez.
Paul Krugman’ın yeni kitabı ‘Depresyonu hemen sona erdirin’ daha geçen hafta kitapçılara ulaştı. Osman Ulagay’ın yeni kitabı ‘Türkiye kime kalacak?’ ise evvelki hafta kitapçılara ulaşmıştı. İlkini pazar günü Kindle’ıma indirip, ikincisini ise hafta sonu alıp, okudum. Her iki kitap da buraya nasıl geldiğimizle değil, buradan nasıl çıkacağımızla ilgileniyor. Krugman, 2008 krizinden nasıl çıkacağımız meselesini dert edinmiş. Ulagay ise 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle vites yükselten dönüşüm sürecinin, bundan sonraki evresine nasıl geçebileceğimizle ilgileniyor. Krugman da Ulagay da bugünle değil, yarınla ilgileniyorlar. Kâh bugün olup bitenleri bu gözle analiz ediyorlar kâh yarın için politikalar öneriyorlar. Ama benzer bir işi yapıyorlar. İkisini birlikte okumanın faydalı olacağını düşünüyorum. Kafanızı açıyor. Bugün Ulagay’ın kitabının kafamda açtığı ufku anlatayım müsaadenizle. Aklımda şöyle iki soru kaldı: “Yıkımdan yapıma nasıl geçilir? Yıkım ekibi ile yapım ekibi aynı olur mu? Acaba inşaat şirketleri nasıl çalışır?”
Doğrusu ya, buralarda, yıkım işinden yapım işine nasıl geçeceğimizi çok merak ediyorum. Aklımda ben farkında olmadan, dönüp dolaşan temel mesele galiba buymuş. Memleketimizde, özellikle 2007 yılından beri, iş yapmak için gerekli platformu oluşturmaya çalışmaktan, mıntıka temizliğini yapmaktan, inşaatın kendisine başlamaya bir türlü fırsat gelmediği kanaatindeyim. Hele bu son günlerde Ankara’nın her tarafının ayrı ayrı oynamaya başladığını düşünüp, inşa süreci için, daha bir karamsar oluyorum. Osman Ulagay’ın ileriye bakan kitabının temel meselesinin de bu olduğunu düşünüyorum. “Dil ağrıyan dişe gider”miş, herkes her kitabı kendi meselesini nasıl çözüyor diye okur. Hayat böyledir. Türkiye, hep hızla değişen bir ülke oldu. Ben doğduğumda, 1960’lı yılların ilk yarısında, bu ülkede yaşayanların yalnızca yüzde 30’u kentlerde yaşıyordu. Şimdi kentlerde yaşayanların oranı yüzde 75’e kadar yükseldi. Artık yabancılar kentlerimize yerleşmeye geliyor. Daha bir travmayı tam halledemeden, yenileri sıra sıra geliyor. Biz hâlâ gelen travmaları nasıl yönetebileceğimize ilişkin bir stratejiye sahip gibi görünmüyoruz…
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.