Girişimcilik söz konusu olduğunda, biz bir nevi, ‘Hele bir başarılı olun, sonra görüşürüz’ kültürüne sahibiz.
Çin-Nepal sınırındaki Everest Dağı’nın yüksekliği 8848 metredir. Everest’e çıkmak her dağcının rüyasıdır. Bugüne kadar, bu amaçla, pek çok zirve çıkışı denemesi yapılmıştır. Bugüne kadar, zirve çıkışı denemelerinin bazıları başarılı olmuş, bazıları da başarısız kalmıştır. Everest çıkışları önemlidir ki, bunlar hakkında kitaplar ve filmler vardır. Başarılar kutlanır. Başarısız denemelerdeki çaba ise uzun uzun anlatılır. Biri hariç. Kimse 1952 yılındaki başarısız Rus çıkış denemesinden bahsetmez. Bugün, buralarda ve oralarda girişimcilik kültürü üzerine bir tespit yapayım, müsaadenizle. Sorum şudur: Neden yurt dışında son derece başarılı Ar-Ge çalışmaları yürüten Türkler memlekete gelince tembelleşmektedirler? Performanslarını olumsuz etkileyen nedir? Bu toprakların havasında, suyunda ne vardır? Neden parlak araştırmacıları vasatlaştırmaktadır?
Resmi verilere göre, Rusların ilk Everest çıkışı 1982 yılındadır. O yıl, 11 dağcı, en zor yoldan, Everest Dağı’nın zirvesine varmışlardır. Halbuki ilk Rus denemesi 1952 yılındadır. O vakit, kalabalık bir tırmanma ekibi Pavel Datschnolian başkanlığında bir deneme yapmıştır. Datschnolian ve beş arkadaşı hayatlarını kaybetmişlerdir. Bugün Pavel Datschnolian hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bu çıkış hakkında, öyle film filan da yoktur. Soğuk Savaş’ın en kötü döneminde, tam Ruslar, bir plaj topu büyüklüğündeki Sputnik uydusunu uzaya fırlatacakken, bir başka alanda aşama kaydetmeyi denemişler ve başarısız olmuşlardır. Aynı o soğuk savaş döneminin unutulmaz dizilerinden ‘Görevimiz Tehlike’deki gibidir vaziyet: Ekibe yapmaları gereken görevi anlatan teyp bandı kendini imha etmeden önce, son sözler hep aynıdır: “Bundan sonrası artık size kalıyor, Jim. Deşifre olursanız, biz sizi tanımıyoruz.” Hele bir başarılı olun, o vakit görüşürüz, bir nevi yani.
İşte bana kalırsa, yurtdışından buraya gelen, başarılı araştırmacıların burada sözde tembelleşmesinin temel nedeni de tam buradadır. Girişimcilik söz konusu olduğunda, biz bir nevi, “Hele bir başarılı olun, sonra görüşürüz” kültürüne sahibiz. Aynı Sovyetler’deki gibi yani.
Yukarıdaki kıssada dikkatimizi çekmesi gereken temel husus nedir? Başarı kişisel bir durumdur. Ekibi oraya bırakırsınız, ya yaparlar ya da yapamazlar. Bizim buralardaki girişimcilik kültürünün temel meselesi de galiba buradadır. Başarı ve başarısızlık tamamen kişiseldir. Deneyen kişinin başarı şansını arttıracak bir destek sistemi yoktur. Denemeye kalkan, tüm riski kendisi üstlenmektedir. Girişimci, üstelenilecek kişisel risk çok yüksekse, denemekten çekinmektedir. Ya hep, ya hiç anlayışı kötüdür.
Geleyim baştaki soruya: Yabancı üniversitelerde, başarılı Ar-Ge çalışmalarını yürütenler, Türkiye’ye dönünce tembelleşmekte midirler? Bilenler öyle söylüyor ama ben daha çok bıktıklarını düşünüyorum.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.