Büyüme ve Enflasyon

Ekonomimizin 1960 – 2011 arasındaki ortalama büyüme oranı yüzde 4.5 düzeyinde. Son on yılda bu oran bir miktar yukarıya gitmiÅŸ gibi görünüyor ama az sonra tartışacağım gibi bu olgunun kalıcı olması kuvvetli bir ihtimal deÄŸil. 2002 – 2011 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme oranı yüzde 5.3 oldu. Son iki yılda, her iki ortalamanın da çok üzerinde bir büyüme oranı gerçekleÅŸti. 2010’da yüzde 9.2 ve 2011’de yüzde 8.5.

Büyüme ve sürdürülebilirlik

Yazının başında uzun dönemli ortalama büyüme oranlarını vermemin nedeni sanıyorum belirginleşiyor. Hiçbir ülkenin potansiyelinin üzerinde bir büyüme oranını uzun süre devam ettirmesi mümkün değil. Dikkat: Potansiyelinin üzerine çıkması mümkün ama bunu kalıcı kılması olanaksız. Otomobil benzetmesi yapabilirsiniz mesela. Motor hacmi düşük bir otomobile son gaz yüklenerek devir göstergesinin ibresini kırmızı bölgeye getirirseniz motor bağırmaya başlar. Bir süre böyle gitseniz de eninde sonunda motorunuz teslim bayrağını çekecektir. Biraz daha hızlı sürmek istiyorsanız motor hacmi yüksek bir otomobil almanız gerekir.

Peki, potansiyel büyüme oranımız ne? İktisatçılar teknik bazı yöntemlerle bir ülkenin potansiyel büyüme hızını hesaplayabiliyorlar: İşgücüne, sermaye stokuna, işgücünün beceri düzeyine ve verimliliğe bağlı. Bir de genellikle kullanılan basit bir yöntem var: Uzun dönemli ortalama büyüme oranını almak yeterli bir fikir veriyor. Elbette potansiyel büyüme oranı değişmez bir şey değil. Yapısal reformlarla değiştirebilirsiniz. Ama bu, bugünden yarına gerçekleşebilecek bir şey değil. Dolayısıyla, birkaç yıllık, hatta beş yıllık karşılaştırmalar için potansiyel büyüme oranını veri olarak alabilirsiniz.

Ä°ster teknik bir yöntemle hesaplansın, isterse genellikle kısa yoldan yapıldığı gibi uzun dönemli ortalama büyüme oranı olarak alınsın, potansiyel büyüme oranımızın son iki yılın büyüme oranının çok altında olduÄŸu hemen ortaya çıkıyor. Bu durumda, 2010-2011’deki yüksek büyüme oranlarının sürdürülebilir olmadıklarını rahatlıkla belirtebiliriz.

Yukarıdaki benzetmeler bir tarafa bırakıldığında, bu durumun neden sürdürülemez olduğuna iktisadi örnekler de vermek mümkün. İlk akla geleni elbette cari işlemler açığı. Kendi tasarruflarımız hızlı büyümek için yapılması gereken yatırımları finanse edemiyor. Hızlı büyümenin dayattığı yüksek işletme sermayesi ihtiyacını da karşılayamıyor. Bu durumda yabancıların birikimlerine ihtiyacımız artıyor. Yani, dışarıdan döviz cinsinden borç bulmaya çalışıyoruz.
Hem 2010’da hem de 2011’de yüksek cari iÅŸlemler açığı verdik. Özellikle 2011’deki çok yüksek düzeydeydi. Ãœstelik bu açığı ağırlıklı olarak kısa vadeli döviz borçlanması ile finanse ettik. Hiçbir ülkeye kimse sürekli olarak bu kadar borç vermez. Bu nedenle yüksek büyüme ve sonucunda oluÅŸan yüksek cari iÅŸlemler açığı sürdürülemez.

Sürdürülebilirlik ve dış borçlanma

Elbette her ‘sürdürülemez durum’ bir süre sürdürülebilir. Zaten 2012’ye iliÅŸkin asıl tartışma konusu da bu sürdürülemezliÄŸin daha ne kadar sürdürülebileceÄŸi. Uzun bir süre Türkiye’nin 2012 yılında sert bir fren mi yapacağı, yoksa yavaÅŸlamanın ılımlı mı olacağı tartışıldı. YavaÅŸlamanın ÅŸiddetinin az önceki tartışmadan yurtdışından bulabileceÄŸimiz borç miktarına baÄŸlı olduÄŸu açık. Oysa o miktar bizim elimizde deÄŸil. Türkiye yatırım yapılabilir bir ülke olsa da, yurtdışında iÅŸler karışıp risk alma iÅŸtahı düşüyorsa borçlanmakta zorlanıyoruz.

2010 ve 2011’deki yüksek büyümenin temel nedeninin küresel finansal piyasalardaki bol likidite olduÄŸunu biliyoruz. Bunu yaratan ABD Merkez Bankası, en azından 2014’e kadar bu durumda bir deÄŸiÅŸiklik yapmayacağını açıkladı. Mevcut likiditeye, Avrupa Merkez Bankası son dört aylık dönemde 1 trilyon euro daha ekledi. Son günlerde hava biraz bozulmuÅŸ olsa da, sözünü ettiÄŸim geliÅŸmeler 2011’in ikinci yarısına kıyasla daha iyimser bir hava yarattı. Bu, küresel risk alma iÅŸtahında bir miktar toparlanma anlamına geliyor. Dolayısıyla da bizim sürdürülemez durumun, dışarıdan borçlanma olanağımızın azalmasıyla bıçakla kesilir gibi sona ermesi ihtimali azalıyor. Artık temel senaryo, sürdürülemez durumun giderek ‘daha az sürdürülemez’ bir duruma çevrilmesi. Yani, bir ara korkulduÄŸu gibi, büyüme oranımız pat diye sıfıra doÄŸru düşmeyecek. Birkaç çeyrek öncesine kıyasla, yüzde 3-4 oranında bir büyüme daha ulaşılabilir gibi görünüyor.

Yavaşlama ılımlı mı?

Son çeyrekte Türkiye ekonomisi bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla yüzde 5.2 düzeyinde büyüdü. İç talebin buna katkısı 2.4 puan, dış talebin ise 3.2 puan oldu. Dış talebin çok katkı vermesinin temel nedeni ise ihracatta olaÄŸanüstü bir artış falan deÄŸil; ithalatın azalması. GSYH’nin ‘mal ve hizmet ithalatı’ alt kaleminin yıllık artış hızı birkaç dönemdir düşüyordu. 2011’in son çeyreÄŸinde ise sadece artış hızında deÄŸil kendisinde de azalma var. Bu, iç talebin artış hızının düşmesiyle birlikte ele alındığında, önemli bir yavaÅŸlama göstergesi.

Mal ve hizmet ihracatının büyüme oranına verdiÄŸi katkının normal bir düzeyde olduÄŸunu belirttim az önce. Mesela 2003-2007 döneminde çeyrekler itibariyle yıllık büyüme oranına mal ve hizmet ihracatının katkısı ortalama 1.95 puan olmuÅŸ. Bu dönemdeki ortalama büyüme oranımızın yüzde 6.9 olduÄŸunu hatırlatayım. 2011 yılında ihracatın büyümeye verdiÄŸi katkı ise 1.55 puan. Son çeyrekteki katkı ise bunun biraz üzerinde: 1.65 puan. Dolayısıyla, kriz öncesi döneme kıyasla büyümeye katkıda bir artış yok; aksine az da olsa bir azalış var. Dolayısıyla, yatırım ve tüketim harcamalarının 2011’in son çeyreÄŸindeki temposunun 2012’de de sürmesi durumunda, 2012 büyüme oranımızın belirgin biçimde düşeceÄŸi açık.

Daha güncel veriler de ekonominin yavaÅŸlamakta olduÄŸuna dair sinyaller veriyorlar. Yatırım malları ithalatının artış hızında belirgin bir azalma var. Merkez Bankası’nın yayınladığı öncü göstergeler de bir süredir yavaÅŸlamaya iÅŸaret ediyorlar. Sekiz haftalık ortalamalar alınarak bakıldığında, hem lira cinsinden hem de yabancı para cinsinden kredilerin haftalık artış hızlarındaki 2011’in ilk altı ayında yaÅŸanan ‘çılgın’ artışlar artık gözlenmiyor. Mesela lira cinsinden (son sekiz haftalık) kredilerin haftalık artış hızlarının ortalaması 2011’in ilk yarısında yüzde 0.58 iken, yılbaşından bu yana aynı deÄŸer yüzde 0.26 düzeyinde.

Ä°hracat

Mal ve hizmet ihracatından yukarıda söz ettim. Åžimdi sıra sadece mal ihracatına bakmaya geldi. Geçen hafta ÅŸubat ayının dış ticaret verileri açıklandı. Ä°hracatımızın yarıya yakınını euro, yarıya yakınını da dolar cinsinden yapıyoruz. Bu iki farklı kalemde son aylarda gözlenen eÄŸilimlerde bir deÄŸiÅŸiklik olmadı. Üçer aylık toplamlar olarak ölçüldüğünde, euro cinsinden ihracatımızın, bir yıl öncesinin aynı ayına göre artış hızı 2011’in ÅŸubat ayından bu yana düşüyor. Düşüş ÅŸubat ayında da devam etti. Buna karşılık, dolar cinsinden ihracatımız, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla son altı aydır istikrarlı bir biçimde yüzde 20 dolaylarında artıyor.

Bu iki çok farklı eÄŸilim bir kez daha ihracatın temel belirleyicisinin sadece döviz kuru olmadığını gösteriyor. Mal sattığımız ülkelerin gelir düzeyi de bir o kadar önemli. Avrupa BirliÄŸi’nin bir bütün olarak büyüme hızı giderek düşüyor. Mesela Euro Bölgesi 2011’de yüzde 1.6 oranında büyüdü. Ne var ki 2012’de Bölge’nin yüzde 0.5 oranında küçüleceÄŸi tahmin ediliyor. Bu küçülme ÅŸu sıralar yaÅŸanıyor ve euro cinsinden ihracat rakamlarımıza da olumsuz yönde yansıyor.

Kıscası, 2012’de ihracatın büyümeye katkısının 2011’dekinden daha yüksek olmasını beklemek için bir neden yok. En azından ÅŸimdilik yok. Kısacası, 2012 büyüme oranımızı ihracat ÅŸekillendirmeyecek, 2012’de ne kadar fren yapmak zorunda kaldığımız belirleyecek. Yani, yatırım ve tüketim harcamalarının geliÅŸimi belirleyecek.

Enflasyon…

Yazının devamı için TIKLAYINIZ.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir