Kapitalizmin çıkışı ve gelişimi
1800’lere gelinceye kadar egemen olan ekonomik sistem merkantilizmdi. Buna karşın o dönemde dünyada uygulanan sistemin merkantilizm olduğu biçiminde bir genelleme yapmamız o kadar da kolay değil. Çünkü dünyanın çeşitli köşelerinde bugün anladığımız anlamdakine benzer biçimde örgütlenememiş çok sayıda kabile ve topluluğun ekonomi modeli de kumanda sistemiydi. Bu tür kabile ve topluluklar bugün de var ama sayıları artık oldukça azalmış durumda. O nedenle bugün bugünkü küresel sistemin kapitalist sistem olduğunu söylememiz daha kolay.
Kapitalizmin ortaya çıkışı aslında 15. yüzyılda gelişen merkantilizmle başladı. Merkantilizm ticari kapitalizmin bir ifadesidir. Ne var ki tam anlamıyla bir piyasa ekonomisiyle desteklenmemiş olması kapitalizmin bütün kurumlarıyla yerleşmiş bir sistem olarak ortaya çıkmasına engel oluşturuyordu. 17 ve 18. yüzyıllarda merkantilizmle birlikte fizyokrasi akımı gelişmeye başladı. Bu akım da tarımsal kapitalizmin ifadesidir. Yani kapitalizm genel kanıdan farklı olarak sanayi devriminden çok önce tohumları atılmış ve gelişmiş bir sistemdir. Ne var ki kapitalizmin asıl çıkışı ve yükselişi yaklaşık 200 yıl kadar önce sanayi devrimiyle birlikte oldu. Sanayi devrimi Avrupa’da yeni buluşların ve buhar gücüyle çalışan makinelerin üretime uygulanmasıyla ortaya çıktı ve bu gelişmeler Avrupa’daki sermaye birikiminin artmasına yol açtı. Sermaye birikiminin artması kapitalizm denilen sistemi yaratırken bir yandan da yeni buluşların ve sanayiye uygulanmasının artmasına yardımcı oldu. Sanayi devrimi sonrasında sanayi kapitalizmi gelişmeye başladı. Böylece kapitalizm ticaret ve tarımdan sonra sanayi alanında da yaygınlaştı.
Kitlesel fabrika üretiminin yolunu açan sanayi devrimine kadar üretim bireysel olanaklarla ve ağırlıklı olarak el emeğine dayalı araçlarla atölyelerde yapılıyordu. Atölyelerin bazıları küçük bazıları büyüktü ama hiçbiri fabrika düzeyinde değildi. Dönemin ekonomik modeli ise dışa kapalı, korumacı ve müdahaleci merkantilist modeldi. Sanayi devrimiyle birlikte önce atölyeler sonra da merkantilist sistem dağılıp gitti. Atölye sahiplerinin bir bölümü yeni dönemin sanayicisi olmayı başardıysa da bir bölümü onların fabrikalarında işçi oldu.
Aşağıdaki tablo kapitalizmin dünya gelirine ve kişi başına düşen gelire yaptığı katkıyı gösteriyor. Tablodaki veriler 1990 uluslar arası Geary-Khamis dolarıyla hesaplanmıştır (Geary-Khamis doları, 1990 yılında ABD dolarının ABD’deki satın alma gücü esas alınarak hesaplanmış hipotetik bir ölçü birimidir. İki kavrama dayanmaktadır: Satın alma gücü paritesi ve malların uluslar arası ortalama fiyatları.)
Tablo: Sanayileşmiş ülkelerin GSYH gelişimleri (1850 – 2006) (Milyar USD)
(Kaynak: Angus Maddison http://www.ggdc.net/maddison/)
(Yıllar)
|
1850
|
1873
|
1914
|
1919
|
1929
|
1932
|
1950
|
2006
|
GSYH (*)
|
||||||||
Fransa
|
58.0
|
72.8
|
134.2
|
108.8
|
194.2
|
165.7
|
220.5
|
1,442.2
|
Almanya
|
48.2
|
79.9
|
202.2
|
156.6
|
262.3
|
220.9
|
265.4
|
1,647.8
|
İtalya
|
33.0
|
43.3
|
95.4
|
106.0
|
125.2
|
122.1
|
165.0
|
1,151.1
|
İngiltere
|
63.3
|
108.3
|
226.9
|
226.6
|
251.4
|
238.5
|
347.9
|
1,394.8
|
Kanada
|
3.3
|
7.3
|
32.6
|
34.4
|
52.2
|
39.6
|
102.2
|
814.8
|
ABD
|
42.6
|
112.4
|
477.6
|
599.1
|
843.3
|
615.7
|
1,455.9
|
9,266.4
|
Kişi Başına GSYH (*)
|
||||||||
Fransa
|
1,597
|
1,922
|
3,236
|
2,811
|
4,710
|
3,959
|
5,186
|
22,786
|
Almanya
|
1,428
|
1,999
|
3,059
|
2,586
|
4,051
|
3,362
|
3,881
|
19,993
|
İtalya
|
1,350
|
1,524
|
2,543
|
2,845
|
3,093
|
2,948
|
3,502
|
19,802
|
İngiltere
|
2,330
|
3,365
|
4,927
|
4,870
|
5,503
|
5,148
|
6,939
|
23,013
|
Kanada
|
1,330
|
1,842
|
4,025
|
4,019
|
5,065
|
3,671
|
7,291
|
24,951
|
ABD
|
1,806
|
2,604
|
4,799
|
5,680
|
6,899
|
4,908
|
9,561
|
31,049
|
Tablo bize, günümüzün en önemli sanayi ülkelerindeki verilere dayanarak, sanayi devrimi ve onunla birlikte egemen olan kapitalist sistemin dünyanın ekonomik gelişmesine yaptığı katkıyı göstermektedir. 1850 yılını kabaca sanayi devriminin başlangıcı olarak alırsak Milattan itibaren 1850 yıldaki gelişmenin sonraki 160 yılda katlanarak arttığını ve özellikle de son 60 yılda çok daha fazla hızlandığını ortaya koymaktadır. İlk 1500 yılda yalnızca 4 – 5 kat artmış bulunan kişi başına gelir sanayi devrimi ile kapitalizm işbirliğinin gerçekleştiğini varsaydığımız 1850 yılından bu yana (yani 160 yılda) 10 – 15 kat artmış görünüyor.
Özetle sanayi devrimi ve kapitalizm işbirliğinin dünya ekonomik gelişmesini son derecede hızlandırdığını söylememiz mümkündür diye düşünüyorum. (Bu hızlı gelişimin çevre koşullarını ve sosyal yaşamı bozucu etkileri bu makalenin konusunu oluşturmamaktadır. Ama bu gerçeklerin de teslim edilmesi gerekir.)
Kapitalizmin üç büyük krizi
Her ne kadar kapitalizmin bir ekonomik sistem olarak ortaya çıkışını 150 – 200 yıl kadar geriye taşıyıp sanayi devriminin çıkışına bağlasak da bir dünya sistemi haline gelişini özellikle son 100 – 125 yıla sığdırmamız mümkündür. Böyle bir geçmişe baktığımızda sistemin yaşadığı irili ufaklı krizler arasında üç tanesi dikkati çekiyor. İlk kriz “Uzun Depresyon” adıyla anılan ve 1873’de başlayıp 1896’ya kadar uzanan, hatta birçok yorumcuya göre Birinci Dünya Savaşına neden olacak kadar uzun süren krizdir. 1873 yılının 9 Mayıs’ında Viyana Borsası’nın çöküşüyle başlayan panik kısa sürede bir sistem krizine dönüştü. Ekonomi tarihi yorumcularının önemli bir bölümü krizin çıkış nedeninin temelinde Fransız Prusya savaşının ertesinde Fransa’nın Almanya’ya ödemek zorunda kaldığı büyük savaş tazminatının rol oynadığını öne sürüyor. Bazı yorumcular krizin ABD’yi de etkilemesini İç savaştan sonra ABD’nin izlediği altına bağlı sıkı para politikası olduğunu iddia ediyorlar. Monetaristler krizin kökeninde o dönemde paranın değerini belirleyen altın miktarında yaşanan kıtlık olduğu görüşünü savunuyorlar. Bu görüşlerin hepsinde doğruluk payı olduğunu kabul etmek belki de en mantıklı yaklaşım. Nedeni ne olursa olsun kapitalizmin yaşadığı ilk ciddi kriz budur.
Uzun Depresyon 1914 yılında çıkan Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürmüştür. Savaşın çıkış nedenleri arasında Fransa’ya yüklenen savaş tazminatının önemli bir yer tuttuğu dikkatten kaçmamalıdır.
İkinci kriz “Büyük Bunalım” ya da “Büyük Depresyon” adıyla anılan ve 1929 yılında başlayıp 1935’e kadar süren krizdir. Birinci dünya savaşına girilirken ülkelerin çoğu altın standardı denilen bir para sistemine sahipti. Kâğıt para, altın karşılığı olarak basılıyor ve dolayısıyla döviz kuru da altın kuru üzerinden oluşuyordu. Dünya savaşı çıktıktan sonra paraya şiddetle ihtiyaç duyan Avrupa ülkeleri altın standardını terk ederek karşılıksız para basmaya başladılar. Karşılıksız para basımı enflasyona neden oldu. Avrupa ülkelerinin paralarının karşılıksız kalması ve enflasyonun hızlanması yatırımcıların paralarını ve altınlarını, altın karşılığı para basmayı sürdüren ABD’nin bankalarına yollamalarına ve bu gelişim de New York’un dünya finans merkezi unvanını Londra’nın elinden almasına neden oldu. Bu dönemde dünyadaki altın servetinin aşağı yukarı yüzde 40’ı ABD’de toplanmıştı.
ABD’de biriken bu büyük servet müthiş bir ekonomik sıçramaya yol açtı. Değerler şişmeye, balonlar oluşmaya başladı. Borsada değerler astronomik hızlarla yükseldi. Herkes varını yoğunu bu alanlara yatırmaya başladı. Hükümetler altın girişini özendirmek için altın standardını sürdürdüler ve deflasyonist politikalar izlediler. Bu politikalar sonucunda fiyatların düşüşü nedeniyle ekonomik faaliyetler gerilemeye başladı. Bu gelişimin devamı sonucunda 1929 yılının Ekim ayında ABD borsasında aşağıya doğru gidiş başladı. 24 Ekim 1929’da ekonomi tarihine Kara Perşembe olarak geçen seanslarda borsa tam anlamıyla çöktü. Bir gün içinde borsada 4 milyar doların üzerinde kayıp yaşandı. Krizde 4000 dolayında banka battı. Çöküş, kısa sürede dünyaya yayıldı ve büyük dünya krizi adı verilen ve yaklaşık on yıl süren bir krize dönüştü. Kriz ABD’de Avrupa ülkelerinden daha kısa sürdü. ABD’nin GSYH’sı 1929’da 315 milyar dolar iken 1933’de 216 milyar dolara düşmüş, işsizlik oranı 1929’da yüzde 3.2 iken 1933’de yüzde 25’e yükselmiştir. Aynı dönemde fiyatlar yüzde 25 düşüş göstermiştir (deflasyon.)
Büyük Bunalımın birçok nedeni var. Bunların en önemlileri şöyle sıralanabilir: (1) ABD’de üretimin sayılı holdingin elinde toplanmış olması ciddi sorunlar yaratmıştır. Bunlardan birkaç tanesinin bunalıma girmesi genel bir krize yol açabilecek ortamı yaratacak durumdaydı. (2) Bankalarla ilgili bugünkü gibi kapsamlı kurallar, denetim mekanizmaları ve mevduat sigortası sistemi mevcut değildi. (3) Ekonomi politikası bugün klasik ekonomi politikası olarak adlandırılan ve ekonomiye devlet müdahalesi yapılmaması esasına dayanan yöntemle yürütülüyor, ekonomideki bozulmaya karşın altın standardına ve para basmamaya dayalı politika sürdürülüyordu. Adeta Adam Smith’in görünmez elinin gelip ekonomiyi kurtarması bekleniyordu.
1929 Dünya ekonomik krizi, kapitalist sistemin karşılaştığı en büyük krizdir. Milyonlarca insan işini kaybetmiş, ülkelerin milli gelirleri gerilemiş, ekonomiler küçülmüş, karşılıklı ticaret büyük ölçüde sekteye uğramıştır. Pek çok ülke altın ve döviz rezervlerini koruyabilmek için ithalat kısıtlamalarına ve paralarını devalüe etmeye yönelmişlerdir. Bazı ülkeler yabancı parayla işlem yapılmasını yasaklamışlardır. Sonuçta uluslararası ticaret hızla daralmış, istihdam ve yaşam standartları düşmeye başlamıştır.
Dünya ekonomisinin bu büyük bunalımdan çıkışı büyük ölçüde İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes’in formüle ettiği devlet müdahaleleri yoluyla olmuştur. Keynes 1936 yılında yayımladığı Genel Teori (İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi) adlı kitabında, sonradan Keynesyen ekonomi ya da karma ekonomi adıyla anılacak olan devlet müdahalelerinin formülünü ortaya koymuştur. Deflasyonist bir gelişmeden depresyona geçen kapitalist dünya ülkeleri ekonomiye devlet müdahalesi yapmak suretiyle ekonomilerini canlandırmıştır.
Canlanmanın ilk sonuçlarının alınmaya başlandığı sıralarda II. Dünya Savaşı çıkmıştır. Savaşın çıkışı büyük ölçüde Almanya’nın ekonomik bunalımdan gördüğü zararın nedenlerine dayalıdır. Savaşın sonlarına doğru dünya kapitalizminin karşılaşacağı bu tür bunalımları daha kolay atlatabilmek için uluslararası bir işbirliğine gitmenin ve bunu kurumsallaştırmanın gerekli olduğu anlaşılmıştır.
Üçüncü büyük kriz içinde yaşadığımız “Küresel Kriz”dir. Her ne kadar ilk aşamada finans sözcüğü işin içine katılmış olsa da sonrasında gelinen noktada konu finans krizi olmaktan çıkmış bir ekonomik krize dönüşmüştür. Bu krizin çıkışı büyük ölçüde emlak fiyatlarının mortgage kredileriyle şişirilmesine ve çoğunluğu bu tür değerlere dayalı kâğıtların satılmasına dayanmaktadır. Dünyadaki birçok ülke birçok değişik önleme başvurmuş olsa da kriz halen devam etmektedir.
Üretim sistemi değişiyor düzenleyici sistem ayak uyduramıyor
Ekonomik sistem büyük ölçekli dönüşümlerin içine girdiğinde bir süre sonra krize neden olmaktadır. 1873 tarihli Uzun Depresyon, merkantilizmden sanayi kapitalizmine geçişin sancıları sonucunda çıkmıştır. Ticaret kapitalizminden sanayi kapitalizmine geçiş kuralları ve denetimiyle birlikte uygulanması gereken büyük bir dönüşümdür. Ne var ki uygulama böyle olmamış, kurallar ve denetim hep çok gecikmeli olarak gelmiş, gelene kadar da kriz yaratan ortam gelişmiştir. Sanayi kapitalizminin yarattığı aşırı üretimin denizaşırı ülkelere pazarlanmasıyla sorun aşılabilmiştir. Lenin bu aşamayı emperyalizm olarak adlandırıyor.
1929 tarihli Büyük Depresyon, ticaretin bütün dünyada serbestleştiği ve finansal kapitalizme geçiş aşamasının yaşandığı bir dönemde çıkmıştır. Ekonomik sistemde yine büyük bir dönüşüm yaşanmaya başlamış, uygulama, yine kuralları ve denetimi beklemeksizin ilerlemiş ve sonuçta kriz yaratmıştır.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.