Genç nüfusa sahip, tüketim açlığı içindeki bir toplum, siyasi ve ekonomik istikrar içinde geleceğe güvenin arttığı, gelirinin arttığı, borçlanabildiği bir dönemde tüketmeyecek, yatırım yapmayacak da ne zaman yapacak. Yeter ki borçlanma ile ödeme gücü arasındaki dengeyi koparmayalım
2001 krizi sonrası iyi bir ekonomik büyüme yakaladık. Milli gelir 200 milyardan 800 milyar dolar düzeyine çıktı.
â– Ä°ÅŸsizlik oranları düşüyor, yeniden tek haneli rakamlara indi. Ä°ÅŸgücüne katılım 1990’lı yıllardan sonra ilk kez yüzde 50’yi buldu.
■Kişi başına gelir 2 bin 500 dolar civarından 10 bin dolara yükseldi.
■Enflasyon tek haneli rakamlara indi, beraberinde faizler düştü ve vadeler uzadı.
â– Kamu borçlanmasının milli gelire oranı yarı yarıya azalmayla yüzde 79’dan yüzde 39’a düştü. Bankalar kredi açmaya baÅŸladı. Ä°lk kez krediler mevduatı geçti. Hanehalkı da borçlanmaya baÅŸladı. Hanehalkı borçlarının gelirlerine oranı yüzde 45’i buldu.
■Hem tüketici güveni hem de reel kesim güveni arttı. Yani insanlar geleceğe daha güvenli bakmaya başladı.
AÇIK BÃœYÃœYOR, TASARRUF DÜŞÜYOR: Madalyonun öteki yüzünde ise cari açığın milli gelire oranının geçmiÅŸte hiç düşünülemeyecek oranlara yükselmesi yer alıyor. Milli gelirin yüzde 10’una kadar çıktı. Türkiye dünyanın en yüksek cari açık veren ekonomilerinden biri haline geldi.
Bir de tasarruf oranı dramatik bir ÅŸekilde gerileyerek yüzde 20’ler düzeyinden milli gelirin yüzde 12’sine kadar indi. Bu düzey ile Türkiye dünyanın en az tasarruf yapan ülkelerinden biri gibi görünüyor. Tasarruflar son 10 yılda giderek azalıyor. En son 1999’da yüzde 20’lerdeydik. Sonra 2001 krizi ile ardından 2008 krizi ile aÅŸağı düşüşler hızlandı.
Ekonomide sağlanan bunca pozitif gelişmeye karşılık neden cari açık verdiğimizi biliyoruz. Yapısal bir sorun ve büyüdükçe açık üreten bir ekonomiyiz. Ama ya tasarruf oranlarına ne oluyor? Çoğu şey iyi giderken tasarruflar niye kötü gidiyor?
TASARRUF NE ZAMAN EDİLİR: Aslında bunda bir çelişki yok. Tasarrufların azalması belki tek başına bir olumsuzluk ama aslında iyiye gidişin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Geleceğe güvenmenin, buna bağlı yatırım yapmanın, tüketmenin, harcamanın sonucunda genel tasarruf düzeyi geriliyor. Harcamalara veya yatırımlara, konut ve emlak yatırımları dahil. İnsan ne zaman tasarruf eder, geleceğe güvendiğinde mi yoksa güvenmediğinde mi? Elbette güvenmediğinde.
DIŞ BORÇ CAZİP: Üstelik dünyada para bolluğu yaşanıyor. Faizler veya borçlanma maliyetleri tarihi düşük seviyelere inmiş. Bu durum, dünyadan borçlanmayı cazip kılıyor. Türkiye özel sektörünün yaptığı da bu. Para bol, faiz düşük ama ekonomiler henüz normal canlılığına kavuşamamış. Buna karşılık dünyanın yaşadığı banka ve ülke borç krizlerini, Türkiye geçmişte yaşamış ve yapısını güçlendirmiş. Küresel krizlerden etkilenme bu nedenle az. Kaynağı dışarıdan getiren yatırımını yapıyor, üretiyor veya harcıyor. İçeriden kaynak bulan da aynı şeyi yapıyor. Burada önemli olan kullandığı kaynağın hakkını verecek gelir elde etmek. Bu da ancak yatırım, üretim ve tüketimle mümkün. Bunu yaptıktan ve dengesini bozmadıktan sonra sorun yok. Genç nüfusa sahip ve tüketim açlığı içindeki bir toplum bu dönemde harcamayacak da, ne zaman harcayacak. Bulmuş ucuz kaynakları, kaçırır mı hiç.
DIÅžARISI KÖTÃœ, BÄ°Z Ä°YÄ°YÄ°Z: Yeter ki dünyada kaynaklar azalmasın veya maliyetleri yükselmesin. Dışarıdan kaynak bulur, büyümeyi ve cari açığı finanse ederiz. Bu durumda dışarının iyice düzelmesi, Türkiye’nin dengelerini bozabilir. Kaynak maliyetini artırabilir, finansman imkânlarını daraltabilir ve ekonomiyi sert iniÅŸe zorlayabilir. Bu durumda tasarruflar artmaya baÅŸlar ama bunun istatistiksel iyileÅŸmenin ötesinde bir yararı olmaz.
SONUÇ: “Ä°ÅŸ bilenin, aÅŸ yiyenin.”Türk atasözü