Türkiye’de tasarruf oranının düşük olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçek. İç tasarrufların milli gelire oranı yüzde 20’nin üzerindeyken, şimdi yüzde 12 civarına geldi. Giderek daha fazla yetersiz hale gelen iç tasarruflar karşısında dış tasarrufları ithal edebildiğimiz (cari işlemler açığı verebildiğimiz) ölçüde ekonomik büyümeye kaynak yaratabiliyoruz. Bu gerçeğin bir başka açıdan yansıması Türkiye’de finansal sistemin ekonominin büyüklüğüne göre göreli olarak küçük kalması.
Dünyanın birçok ekonomisinde toplam bankacılık sektörünün bilanço büyüklüğü milli gelirin birkaç katı iken Türkiye’de bu oran şimdilerde 1-1’e geldi. Bir başka deyişle, vücut cekete göre çok büyük ya da ceket vücuda göre çok küçük. Bu vücut bu cekete sığmıyor, ceketi dış finansman kaynaklarıyla büyütmeye çalışıyoruz. Bunu becerebildiğimizde ekonomik büyüme rekorlar kırıyor, beceremediğimizde ekonomi o denli büyümüyor, hatta küçülebiliyor.
PASTADAN PAY ALAN DEĞİŞTÄ°Â
2002 yılı ile 2011 yılı arasındaki gelişmelere baktığımızda bankacılık sektörünün bilanço yapısında küçümsenmeyecek bazı yapısal dönüşümler gözleniyor. Bunların en önemlilerinden biri Türk Lirası tasarruf mevduatı ile tüketici kredileri arasındaki ilişki. Bankacılık sektörünün en önemli kaynağı mevduatlar. Mevduatların en önemli alt kalemi de tasarruf mevduatları.
Tarihsel olarak Türkiye’de hane halkı bankalara mevduat yapar (tasarruf mevduatı), bankalar da bu yolla elde ettikleri kaynakları şirketlere kredi olarak kullandırırlardı. Bu artık değişiyor. 2002 yılında bankalardaki TL tasarruf mevduatlarının yüzde 20’si tüketici kredileri olarak kullandırılırdı. Bu oran 2011 yılında yüzde 80’e ulaştı. Artık hane halkı kendi mevduatını kendi kullanmaya başladı. Şirketlere bu pastadan kalan pay çok azaldı ve azalmaya da devam ediyor.
Yabancı para mevduatları bankalar için önemli bir kaynak durumunda. Bankalardaki yabancı para toplam mevduatları reel olarak 2002 yılından bu yana artmıyor. Dolayısıyla, bu kanaldan da bankaların şirketlere kullandırabilecekleri ek kaynak yok sayılabilir.
Konuya bir başka açıdan yaklaşırsak, enflasyonun düşmesi ve döviz kurunun göreli istikrarıyla birlikte döviz mevduatının bankacılık sektörü açısından ek bir kaynak olma işlevini eskisi kadar görmediği ortaya çıkıyor. TL tasarruf mevduatı reel olarak artıyor, ama artan mevduattan daha fazlasını hane halkı kendi kullanıyor. TL mevduatlarının nominal olarak daha hızlı artması ise göreli olarak düşük olan enflasyon nedeniyle sınırlı kalıyor.
TEK KAYNAK YURTDIÅžIÂ
Bu durumda bankacılık sektörünün reel sektörü desteklemesi için iki kaynak kalıyor: banka bonoları ve dış borçlanma. Tüketici kredileri de reel sektörün dolaylı olarak desteklenmesi anlamına gelir. Tüketici kredileri işletme sermayesi ihtiyacını azaltabilir, ama yatırım kredileri ihtiyacını karşılamaktan uzak kalır. Bankaların bono çıkarma yoluyla kaynak elde etmeleri büyük ölçüde mevduatın ikamesi olarak düşünülebilir. O halde, yatırım kredileri yoluyla bankaların reel sektörü desteklemesi için dış borçlanmadan başka ek kaynak yok gibi görünüyor.
Aslında bankacılık sektörünün bilanço yapısındaki bu değişme Türkiye’de tasarruf oranının düşmekte olduğunun aynadaki yansıması. İç tasarrufların milli gelire oranı düştükçe reel sektör giderek daha fazla dış tasarruflar yoluyla kendine kaynak yaratabiliyor. Yıldan yıla farklılıklar gösterse de, reel sektör ya kendisi doğrudan yurtdışından borçlanıyor ya da bankalar yurtdışından doğrudan borçlanıp bu kaynakları reel sektöre kullandırıyor. Ekonominin iç tasarruflar yoluyla kendine kaynak yaratma kabiliyeti giderek azalıyor.