Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı ekonomik yapı tam bir faciaydı. Sanayi diye bir şey yoktu. Üretimin büyük bölümü tarıma, o da hava koşullarına bağlıydı. Kapitülasyonlar ve dış borçlar ülkeyi tam bir açmazda bırakmıştı. 1923 yılında milli gelir 570 milyon dolar, kişi başına düşen milli gelir yıllık 48 dolar, ihracat 51 milyon dolar, ithalat 87 milyon dolar, GSYH’da sanayinin payı % 11 idi. Bütün ülkede 13.000 adet telefon vardı. Doktor başına düşen hasta sayısı 13.000 dolayındaydı. Üniversite ve yüksek okullarda 3.000 dolayında öğrenci okuyordu. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan GSYH’sının yüzde 65’i tutarında (yaklaşık olarak 370 milyon dolar ediyor) Düyun-u Umumiye borcunu devralmıştı.
Birinci Dünya Savaşının hemen ardından girdiği kurtuluş savaşından yeni çıkmış olan Türkiye’de, insanlar yorgun, bitkin, fakir ve dünyadan soyutlanmışlardı. Bütün dünya Türkiye’nin karşısına dikilmiş, batmasını bekliyordu. Bütün bu yorgunluk, bitkinlik, fakirlik ve yalnızlığa karşın Cumhuriyeti kuranlar, onurlu, gururlu ve her şeyden önemlisi umutluydular. Umutluydular, çünkü Türk halkı inanılmaz bir kurtuluş mucizesi gerçekleştirmişti ve Atatürk’ün önderliğinde ekonomik mucizeyi de gerçekleştireceklerine inanıyorlardı.
Beklendiği gibi de oldu. Türkiye Cumhuriyeti, ilk dönemde büyük atılımlar yaptı, milli gelirini hızla büyüttü, sanayisini, ihracatını geliştirdi, bütün fakirliğine karşın sırtına yüklenen Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödedi ve bugünlere geldi.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin GSYH’sı 780 milyar dolar dolayındadır. Kişi başına yıllık geliri 10.000 doları, ihracatı 140 milyar doları, ithalatı 230 milyar doları aşmıştır. GSYH’da sanayinin payı başlangıçtakinin üç katına yaklaşmıştır. Ülkede cep telefonu abonesi sayısı 66 milyonu bulmuş, doktor başına düşen hasta sayısı 650’ye inmiş, üniversite ve yüksek okullarda okuyan öğrenci sayısı 2 milyonun üzerine çıkmıştır. Türkiye, 88 yılda kişi başına gelirini 200 kattan fazla artırmıştır.
Uzunca sayılabilecek bu yolculukta Türkiye önce liberal ekonomiyi denedi. Bunu yürütebilecek kaynakları olmadığını görünce devletçiliğe yöneldi. Türk parasının kıymetini koruma mevzuatına dayalı en katı döviz rejimlerinden birisini uzun süre uygulamada tuttu. Tekrar liberal ekonomiye döndü. Kaynaklarını boşa harcayınca planlı ekonomiye geçti. Fiyatları, ücretleri, kiraları kontrol etmeye çalıştı. Sermaye hareketlerinin son derecede kısıtlı olduğu bir ortamda sabit döviz kuru ve sabit faiz uygulaması yaptı. Sonra yeniden liberal ekonomiyi denemeye başladı. Deregeülasyon ve arz yönlü ekonomiyi uygulamaya başladı. Bütün bu aşamaları geçerken birçok kez ekonomik kriz yaşamış ama bunların hepsini de kısa sayılabilecek sürelerde atlatmayı başarmıştır. Bugün gelinen aşamada Türkiye, dalgalı döviz kuru, serbest faiz, serbest piyasa sistemine yakın bir uygulama içinde bulunuyor.
Cumhuriyet’in ekonomi alanında başarısız olduğunu, bazı uygulamalara girişmekte geç kaldığını öne süren yorumcular var. Oysa her dönemi, kendine özgü koşulları ve kısıtlarıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Osmanlı tarihinde parayı en fazla tağşiş eden (paranın değerini düşüren) padişah Fatih Sultan Mehmet’tir. Bugünkü koşullarla bakıp Fatih’e başarısız demek ne kadar yanlışsa, bugünkü koşulları esas alıp Cumhuriyet’in ekonomi alanında başarısız olduğunu ileri sürmek o derecede yanlıştır.
bunu yunanlılar mutlaka okumalı ve ders almalılar…
:lol: