İnsan, on binlerce yıl yalnızca göçebe bir tüketici olarak yaşadı. Yabani meyve topladı, hayvan avladı. Avladığı hayvanın derisini giyecek, etini yiyecek yaptı. Yani hep doğanın verdiklerini tüketti, hiç üretim yapmadı, doğada hazır bulduklarına bir şey katmadı. Eğer avlanmayı ve meyve toplamayı hizmet üretimi olarak kabul ederseniz yalnızca o kadar üretim yaptı.
Yaklaşık on bin yıl önce, yerleşik yaşama geçmeden önce, hayvanları ve vahşi doğadaki bazı bitkileri evcilleştirmeyi, kendisine ve ailesine yetecek kadar üretim yapmayı başardı. Birkaç gün yetecek kadar büyük avlar avladığında ilk kez başka işlerle uğraşacak kadar “boş zamana” sahip olmaya başladı. Yerleşik yaşama geçişi de o sıralarda gerçekleşmiş olsa gerek.
Yerleşik yaşamla birlikte hayvan yetiştiriciliği ve bitki tarımı gelişti. Kitlesel tarım üretimi başladı. Bu kitlesel üretim ister istemez ilkel bir işbölümüne yol açtı. Ekonomik ve sosyal açıdan pek çok devrim peş peşe yaşandı: İnsanın üretime başlaması, yerleşik yaşama geçiş, kitlesel tarım üretiminin başlaması, işbölümü. Tıpkı hayvan gibi bir tüketici olan insan, doğasına uygun olmayan üreticilik aşamasına geçince kendisine yabancılaştı. Ben buna “insanın doğasına yabancılaşması” adını veriyorum.
Bir de yaşadığımız çevreye, topluma, hatta dünyaya yabancılaşmak var. Albert Camus’nün “Yabancı”sı gibi. Kendini bu dünyaya ait hissetmeyen Meursault, cinayet suçlamalarına karşı kendisini savunma gereği duymaksızın ölüme kadar gider. Kendini savunmak anlamsızdır, çünkü yaşadığı dünyaya ait değildir o. Ait olmadığı bir dünyada yaşamaktansa silinip gitmeyi tercih edecek kadar yaşama boş vermiştir.
Her gün yeni suçlular çıkarıyoruz ortaya. Yargıyı kenara itip kendi kararımızı veriyoruz. Kendi dışımızdakilerin hepsini suçlamaya yöneliyoruz. Sonra birileri de bizi suçlayınca şaşırıp kalıyoruz. Suçlananların bir bölümünün işledikleri öne sürülen suçtan haberi yok. Haberi olsa “Haberi vardı gereken önlemi almadı” diye suçluyoruz. Haberi yoksa “Haberi olsaydı da önlemini alsaydı” diye. Öylesine yoğun bir baskı altındayız ki işlemediğimiz cinayetleri itiraf edecekmiş gibi bakıyoruz birbirimize. Bu paranoya ister istemez hepimizi yalnızlığa ve çevremize yabancılaşmaya itiyor.
Ne zaman yaşadığım yere yabancılaştığımı hissetsem kadim tarih okur bulurum kendimi. Ve ait olmadığım o antik dünyada, işlenmemiş suçlarla suçlanmak artık mümkün olmadığından, hissettiğim yabancılık duygusundan giderek uzaklaşırım.
(Not: Bu yazı aynı adla 20.07.2003 tarihinde Radikal Gazetesinde yayımlanmış yazımın büyük ölçüde yeniden yazılmış halidir.)
BUNUN TIBBİ ADI DEPRESYON MAHFİ BEY.