“Finansal istikrar politika aracı ile fiyat istikrarı politika aracı arasındaki uyumu sağlamak için çeşitli seçenekler var.”
Sıra nihayet dizinin son yazısına geldi. Salı günü şöyle bitirmiştim: “Politika faizi, piyasada belirlenen faizleri etkilediği sürece güçlü. Ama piyasada belirlenen faizleri etkilemenin yolu, öncelikle kısa vadeli piyasa faizinin politika faizine yakın bir yerde oluşmasından geçiyor. Oysa kısa vadeli piyasa faizinin, politika faizinden sürekli olarak farklı yön ve miktarlarda sapmasına izin veriliyor. Kısacası, makro-sakıngan politika araç işe yarasın diye diğer politika aracı olan haftalık faizin gücü azaltılıyor. İki araç arasındaki uyum nasıl sağlanacak?”
Bu sorunun yanıtı açısından, bu sefer ‘kısmen’ de olsa bir laboratuvar deneyi sonucumuz var. Haziran 2011 içinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) bazı kararlar aldı. Bu kararlar bankaların bazı tip krediler için tutmak zorunda oldukları karşılık miktarı ile ilgiliydi. Bu kararlardan sonra kredi arzı artış hızında belirgin bir azalma gerçekleşti. Az önce ‘kısmen’ dedim. Nedeni şu: Evet, kredi arzının artış hızında bu karardan sonra azalış gerçekleşti. Ama bu kararlardan yaklaşık iki ay sonra Euro Bölgesi oldukça karıştı ve risk alma iştahı azaldı. Dolayısıyla, kredi arzının artış hızındaki yavaşlamanın bir diğer nedeni bu karışıklık olabilir. Gelin, yine de çok şüpheci olmayalım ve kredi arzının artış hızındaki yavaşlamada BDDK’nın kararlarının da etkili olduğunu düşünelim.
Finansal istikrarı sağlamaya yönelik politika aracı ile fiyat istikrarını sağlamaya yönelik politika aracı arasındaki uyumu sağlamak için çeşitli seçenekler var. İlk iki seçenek yukarıdaki laboratuvar deneyiminden çıkıyor. İlki şu: 2002-2010 arasında enflasyonla mücadele açısından genellikle başarılı olduğu belirtilebilecek klasik enflasyon hedeflemesi çerçevesini güçlendirici adımlar atmak gerekiyor. Bunun için de BDDK’daki bazı yetkilerin TCMB’ye devredilmesi düşünülebilir. Bu durumda her bir banka için BDDK tarafından belirlenen sermaye gereksinimleri ile TCMB tarafından belirlenecek genel sermaye yeterliliği gereksinimlerinin uyumlulaştırılması sorunu ortaya çıkabilir. Bu sorun bazı ek düzenlemelerle aşılabilir. İkinci ve daha radikal seçenek ise BDDK ile TCMB’nin birleşmesidir. Bazı ülkelerde böyle bir ayrım yok zaten.
Üçüncü seçenek, statükonun güçlendirilerek korunmasıdır. Bu çerçevede, BDDK ile TCMB’nin kararlarını uzlaşarak almaları düşünülebilir. Bu durumda şu soruların yanıtlanması gerekiyor: Hangi kurumun önerdiği olacak? Uzlaşma, eğer varılabilirse, ara bir çözümde sağlanırsa ne olacak? İki kurumun eşgüdümünü hükümetler mi sağlayacak? Böyle bir kurumsal çerçevede hem Merkez Bankası’nın bağımsızlığının hem de BDDK’nın özerkliğinin tehlikeye girmesi söz konusu olabilir. İlk iki seçenek bu açıdan bir risk taşımıyor oysa.